İRAN VE ETKİ ALANI
İran: İslam (!) devrimini gerçekleştirmesi sonrası ABD ve AB
ile olan ilişkilerin de önemli derece de sarsıntılar geçirdiği, en azından
kamuya böyle aksettirildiği hepimizce malum. Oysa bütün bunlar gerçekle asla
örtüşmemekteydi. AB’nin direksiyonun da bulunan Almanya ve Rusya İran’ın en
büyük ticaret ortaklarından birisiydi. Kâğıt üzerin de ve kamuoyuna yansıyan
yönü ile ABD ile arasın da sürtüşme bulunan İran, petrolünün büyük bir
miktarını da yine ABD’ye satmaktaydı. Yani ‘’ parmağım kör gözüne ‘’ tiyatrosu
oynanıyordu. Özellikle de İran ve İsrail arasında ki durum sürtüşme gibi lanse
edilmiş olsa bile derin ve sağlam ilişki de bilenlerince zaten malumdu. İran’ın
Rusya ile olan sıkı bağ ve yüksek iş birliği ise zaten ayyuka çıkmış bir başka
açmaz idi.
Sözde sürtüşme ama perde gerisinde ki büyük dostluk, İran
için yeni açılımların da kapısını ardına kadar aralamaktaydı. Bu durumu sonuna
kadar kullanan İran, Afganistan’dan tutun da Tunus, Cezayir, Irak ve Suriye
üzerinden Şii politikalar izlemiş ve
bunda da büyük oran da başarılı olmuştu. Batı, bütün bu olanları bilmekle
beraber önemli derece de katkı da sağlamıştır. Zira eğer ilerde bir İslam
birliği kurulacak olursa, bunun önünde ki en büyük engelin İran olduğu batılı
sosyolog ve din bilimcileri tarafından iyi analiz edilmişti. Zira İran’ın Din
anlayışı ile diğer tüm İslam coğrafyasının din anlayışı temelden ve birçok
bölümden dolayı önemli farklılıklar göstermekteydi. ABD ve AB, İran ağzı ile
İsrail karşıtlığı tiyatrosunu oynayarak İsrail’in varlığına hem meşrutiyet ve
hem de masumiyet kazandırmaktaydı. İran, İsrail için yüksek perdeden ‘’
yakarım, yıkarım, yerle bir ederim’’ gibi mavalları okurken, Batı için yeteri
malzeme zaten ortaya çıkmış olmaktaydı. Artık İsrail yerini sağlamlaştırmış,
Filistin toprakları ve halkı üzerin de estirdiği terörize eylemler masumiyet
kazanmıştı. İsrail alabildiğince silahlanmalı, topraklarını (!) korumalı ve bu amaçla yapacağı tüm öldürme
işlemleri de haklılık arz etmekteydi. Öyle ya, aksi halde İran tarafından
yakılıp yıkılacaktı…!
Bu durum artık
saklanamayacak bir hal almaktaydı. Dolayısıyla bu durumu Ürdün kralı Abdullah Aralık
2004 yılın da şöyle dile getirecekti. ‘’Sünni Ülkeler İran hilali tarafından
kuşatılmaktadır’’ tespitin de bulunacaktı. Ve bu etki alanının büyük bir
bölümünü Ortadoğu Ülkelerinin oluşturduğunu da özellikle belirtmeliyiz. Türkiye
iç ve dış politikasın da kendi çıkarlarına göre politika izlemesiyle birlikte bu
oyun daha göze batar hale gelmekteydi. Bir bakıma Türkiye Şii İran ve etki
alanı ile kuşatılmakta ve terbiye edilmeye başlanmıştı. ABD’nin stratejik
ortağı olan Türkiye, yerini bir başka stratejik ortak olan İran’a bırakmıştı
artık..!
Nitekim İran
Suriye de başat bir rol üstlenmiş, Ordusunu Suriye de konumlandırarak
yüzbinlerce Sünni’nin şehit edilmesin de önemli katkı sağlamıştır. Bir başka
deyişle ABD ve AB istedikleri oyunu İran eliyle ve maliyetsiz olarak devreye
sokmuştur. Bu durum tüm Ortadoğu’da mevcut dengeleri sarsmış ve Suriye olayı
hepten içinden çıkılmaz bir hale dönüşmüştür. Ve daha sonra Rusya’nın da işin
içine girmesi sonrası Suriye toprakları cehennemi yaşamaya başlamıştır.
Ortadoğu üzerinde ki ameliyat hayli kanlı bir hale dönüşmüştür. Bütün bu
hesaplar Özelde Türkiye ama genel de İslam üzerinden yürütülmekteydi. Hesap ve
plan büyüktü ve dolayısıyla büyük oran da Sünni katliamı gerekmekteydi.
Özellikle de Türkiye’nin Suriye üzerinden Ortadoğu bağı kesilmeli ve yükselen
Türkiye hayranlığına sekte vurulmalıydı. Özellikle de Suriye devrimi
gerçekleşmiş, Esed indirilmiş olsaydı eğer, ABD ve AB için sonun başlangıcı
olduğu tüm batılı teorisyenlerin üzerinde önemle durdukları bir gerçekti.
Bağımsız bir Suriye ve başın da Mursi’nin bulunduğu Mısır, Türkiye ile
eklemlendiği zaman İsrail için nefes alma zorluğu başlayacaktı. Tüm batının
çıkar muslukları kesilecek ve batının İslam coğrafyasında ki hegemonyası da
sona ermiş olacaktı. Adeta bir emniyet subapı görevini üstlenmişti İran. Ve bu
sadakati de batılı dostlarınca etki alanı genişletilerek taltif edilmişti. En
nihayetin de İran eli ile yapılan kaos planı yürürlüğe girmiş ve önemli ölçüde
başarılı da olmuştu. Ne zaman ki Türkiye, Suriye topraklarına askeri harekât
düzenledi işte o an tüm kartlar yeniden karılmaya başlandı. Hayali bile Türkiye
için lüks görülen bu harekât Türkiye devlet ve ordusu tarafından icra edilince
oturduğu sanılan taşlar tekrar yerlerinden oynamaya başlamıştı. ABD ve AB,
oyuncağı elinden alınmış şımarık çocuk gibi edepsizleşmeye ve bel altı vurmaya
başladı. Her türlü kirli oyun devreye sokulmuştu artık. Alman ve İngiliz
basının da ki dezenformasyon, Amerika’nın aba altından sopa göstermeleri ve en
nihayetin de kredi kuruluşlarında oynanan oyun devam etmekteydi. Ancak yine
hesap edilemeyen bir başka önemli etken girdi devreye. Türkiye devlet ve hükumetinde
ki muhteşem kararlılık karşısın da şaşkınlık yaşayan batı, bekle gör politikası
ile durum analizi yapmaktadır. Tüm tez ve duaları, Türk ordusunun başarısızlığı
üzerin de yoğunlaşmaktadır. Ancak ordunun kısa zaman içerisin de önemli
başarılar göstermesi ve büyük bir mesafe kaydetmesi sonucun da tüm ABD ve AB
şaşkınlık içerisinde bocalama evresine girmiş durumdalar. Elbette ki yapılan bu
harekât önemli bir risk barındırmaktaydı. Oluşabilecek en küçük aksaklık büyük
bedeller ödenmesine sebep olabilecekti. Batı için ordusu dağılmış, 15 Temmuz
gibi dehşet bir ortamdan çıkmış bir Türkiye’nin böylesi bir harekâtı başarması
bir kenara gerçekleştirmesi bile mümkün değildi. Ancak Türkiye gerçeği bir kez
daha tüm batının yüzünde patlamaktaydı. Türkiye bütün riskleri omuzlamış olarak
‘’ benden bağımsız Ortadoğu haritası çizilemez ‘’ diyordu…!
Gelişen sonra
ki süreci ise gelecek yazımıza bırakıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder