14 Aralık 2016 Çarşamba

AVRUPA'NIN DİNSEL SEYRİ VE İSLAM DÜNYASI

Din, insanla yaşıt bir sürece tabidir. Ve aynı zaman da inanmak, iman etmek, tapınmak, sığınmak gibi gereksinimler de yaratılışsal ve fıtri olması dolayısıyla da hep popüler olmuştur. Dolayısıyla din, kendi içinde  her zaman taraftar ve alıcı bulmak noktasın da potansiyel bir güç barındırmaktadır. Dinin bizzat kendisi, doğuşu itibarıyla insan doğası ve fıtratı ile çelişmemekle beraber, tam tersi olarak insan ve tüm gereksinimlerine muhteşem hitap ve çözümler sunan bir mekanizmadır. Bu anlam da dinin bizatihi kendisi son derece masumdur.
Ancak, uygulama, yorumlama ve anlatış ( pazarlama ) tarz ve metotlarında  ki anormal sapmaların faturası yine bizzat dinin kendisine kesilme gibi felaket bir yanlışa götürmüştür insan. Özellikle ortaçağ Hıristiyan dünyası ve din adamlarının insana, hayata, bilim ve sanata dair yanlış ve sakat yaklaşımı, skolastik yapısı gereği tavizsiz uygulaması sonrası tüm Avrupa içten içe dinle hesaplaşma, ayrışma ve kavga sürecine başlamıştır. Bu anlamda 16. yüzyıl sonları ve 17.yüzyıl ortalarına geldiğimiz de bu içten verilen kavgalar gün yüzüne çıkmakta, kilise dünyasına karşın aykırı, farklı, muhalif ve eleştirel sesler daha baskın bir kimliğe bürünmeye başlamıştır. Özellikle 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın baş ve ortalarına geldiğimiz zamanda ise, kiliseye karşı verilen savaşın şiddeti artmakta ve kilise anlamsız, hiç konumuna itilmeye başlanmıştır. Özel de kiliseye verilen bu kavga genelde bizzat dinin kendisine doğru evrilerek fatura yine dinin kendisine kesilmektedir. Avrupalı insanların verdiği bu kavganın alt yapısı iyi tahlil edildiğinde, hepten hatalı olduklarını, hepten yanlış olduklarını söylemek ise adaletsiz ve insansız bir yaklaşım olacaktır. Elbette insanlar her hal, tavır, tutum ve haykırışların da haklı da değillerdi. Ancak olayın tahlili sonucunda görülecektir ki, kilise ve dine karşı verilen bu kavganın en sağlam gerekçesini yine kilisenin bizatihi kendisi hazırlamıştır. Tapınma ile reddiye arasın da kısmi özerk kılınan (irade) insan, kendi aymaz ve açmazını da bu gerekçeye harman ederek freni patlamış kamyon misali, din adına önüne gelen her şeyi yerle yeksan etmeye başlamıştır. Verilen bu amansız kavganın başarılı olması, kilisenin savaşı kaybetmesi ve bunu zımnen kabul etmesi ise, Avrupa insanına sarhoş zafer naraları attırmıştır adeta. Özellikle de bu süreçte bilim, sanayi ve endüstri dünyasın da meydana gelen devasa buluş ve gelişmeler ise, kiliseyi tamamen zavallı konuma itmekte, diğer tarafta ise  özgürlük, akıl ve insan kutsamasına kadar götürmektedir tüm Avrupa’yı. Bu süreç bir de ‘’ aydınlanma ‘’ gibi muhteşem bir ambalaj içerisine konularak sunulması sonrasında ise, Avrupa ve halkının yeni dini ( dinsizlik ) filizlenmeye başlamaktadır. Din ve ona dair tüm ilkeler insan hayatından sökülüp atılmış, sekülerizm insan hayatına tamamen hükümran olmaya başlamıştır artık. Ahlak, merhamet, şefkat, bölüşüm ve paylaşım gibi değerler hiçe sayılmış, kazanmak için her yol mübah inancı bir amentü gibi sahiplenilmiştir artık. Ancak, 17. yüzyıldan günümüze kadar geçen süreçte her türlü savruluşu en koyu ve en yoğun halde yaşayan Avrupa, bir başka huzursuzluk, tatminsizlik ve açlık ile yüzyüze kalmaya başlamıştır. Bu durum tüm Avrupa toplum bilimcileri tarafından görülmüş, tespiti yapılmış ve kendileri için sonun başlangıcı olduğunu haykırmaya başlamışlardır. Avrupa zengindir, Avrupa alım ve tüketim gücüne, şaşalı yaşama sahiptir ama bundan bir tık ötesini verememiştir. Bu durum sistemsel ve felsefik olarak Avrupa’nın iflası demekti. İslam gibi tertemiz, bozulmamış,tahrif edilmemiş, tevhidi ilkeleri ve ahlak öğretileri ile insanlığın kurtuluş reçetesi olan İslam, bütün Avrupa ve halkı için göz kırpmaya başlamıştır artık. Bu durum bütün batının, öğretilerinin, felsefe ve medeniyetinin yerle yeksan olmasının başladığı nokta idi. Tam bu noktada, bu buhranlı zamanlarda, Avrupa ve ideolojisinin insana ve insanlığa verebileceği hiçbir şeyinin kalmadığı süreci maalesef İslam dünyası ve aydınları doğru ve rasyonel olarak dolduramamışlardır.
Ancak papucun hayli pahalı olduğunu bilen batı;  fundamentalizm, radikalizm, terörizm gibi kavramları piyasaya sürerek profesyonel bir algı yönetimi oluşturmaya başlamıştır. Tüm İslam coğrafyasın da kendi tiyatrolarına figüranlık yapacak tipleri bularak, çeşitli örgütler kurdurup akla zarar fiil ve eylemleri ‘’ Allahu ekber’’ nidaları eşliğinde yaptırarak, bu algıyı kendi tabanlarına karşın cilalı hale getirmişlerdir. Bu proje belli oranda başarılı olmuş ve kendi halklarını da bu algı etrafın da konsolide etmeyi de başardılar. Bu durum bir taşla iki kuş vurmak gibiydi adeta. Öyle ki, hem kendi  halklarını İslam dininin ilke ve ahlaki öğretisinden uzak tutmalarına imkan verdi hem de tüm İslam ülkeleri ve Müslümanlara yapacakları zulme halkları tarafından vize almalarına zemin hazırladı. Plan tutmuş,radikal sekülerizm kazanmış ve İslam terör dini, Müslümanlar ise teröristtir artık…!!

Bu büyük yalan, bu ahlaksız oyunun gerçekle alakası yoktu elbette. Ancak unutulmamalıdır ki, bu ahlaksız oyunun tutmuş olması Batı dan ziyade biz İslam dünyasının daha ağır bir vebali yüzünden başarıya ulaşmıştır. Birlik, dirlik içerisinde olmayan, birbirinin eksiklerini gidermek, birbirleri ile dayanışma içerisinde olmayan İslam alemi batının ekmeğine yağ sürmüştür. Bir de bu duruma İslam coğrafyasın da Avrupa ve Abd tarafından eğitilen ve finanse edilen sahte din yapılarının bilinçli katkısını da eklediğimiz zaman, durum daha bir artı olarak batının hanesine yazılmış olmaktadır. Yaratılan bu kaos ortamından bir yüzyıl daha çıkması pek muhtemel olmayan İslam dünyası, umutları bir başka yüzyıla bırakmıştır…!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder