3 Ağustos 2016 Çarşamba

KONSANTRASYON SORUNU GERÇEKÇİ Mİ ?

KONSANTRASYON SORUNU
Bir bakıma çağımızın ve toplumun her kesiminin önünde ki engel ve sorun gibi algılanmakta ve bu mantık düzlemin de pazarlanmaktadır. Bu pazarlanma sonucun da ise hatırı sayılır bir seviye de alıcı da bulmaktadır kendisine. Alıcı konumun da bulunan toplumun kahir ekseriyetini de kınamıyor ve ayıpsamıyorum. Ayıpsamıyorum zira ; kelli felli psikolog, psikiyatr patentli bir zümre bu mantığı pazarlayınca, kaçınılmaz olarak pazar payı bulacaktır elbette. Oysa konsantrasyon yani odaklanma ne kendisi başlı başına bir sorundur ne de fert planın da böyle bir sorun vardır. Evvela ve mutlaka bu saptamayı yapmamız gerekmektedir. Olayın ve kavramın kendisini bir sorun olarak tanımladığımız an zaten işi daha en başından içinden çıkılmaz bir sorunsal hale getirmiş olmaktayız. Şu durum da konsantrasyon ve ya odaklanamama gibi bir durumu yok sayıp görmemezlikten mi geleceğiz? Elbette hayır ve böyle bir durum su götürmez bir gerçektir. O halde bu durumun sebep ve sonuçları üzerinde biraz fikir ve beyin jimnastiği yapalım.
Unutmamalıyız ki insan sosyal bir varlıktır. Ve her insan kendi yaşadığı aile, yakın çevre ve bölgesinin eğilimleri sonucun da önemli derece de bir şekillenme evresine girmektedir.Ailesinin, yakın akrabalarının, komşu ve arkadaş çevresinin birey üzerin de azımsanmayacak derece de etkinsel bir durum oluşturduğunu özellikle vurgulamamız gerekmektedir. Bu etkileşim; kişinin zevkleri, eğilimleri, etkinlikleri ve en nihayetin de tercihleri üzerin de son derece etkin olmaktadırlar. Bu etki sebebi ile bireyin bir bakıma karakteristik yapısının iskeleti meydana gelmektedir. Hele hele birey ergenlik dönemine geldiği zaman ise bu oluşan iskelet bir bakıma karakteristik yapının ayrılmaz bir parçası haline dönüşmektedir.
Bireyin inançları, nefretleri, eğilimleri ve tercihleri 3 yaşların da başlayıp ergenlik sürecine kadar geçen evrede en belirgin ve en baskın şekilde kendisini göstermektedir. Bu bahsettiğimiz kritik zaman sürecin de çocuklarımız ile olan iletişim de, onun üstlenmesi gereken rolü tayin ederken, kendimiz ile beklentilerimiz arasında ki korelasyona bakma gereği bile duymamaktayız. Çocuğumuza bir rol biçip ve gelecekte de bu tayin ettiğimiz rolün gerçekleşmesini isterken, kendimiz ve ailemizin alt yapısı bu duruma ne kadar elverişlidir diye sorgulama gereği bile duymamaktayız.
İşte tam bu nokta da konsantrasyon sorunu belirginleşmeye başlıyor ve genç ile ebeveyn arasında ki makas farkı giderek genişlemeye başlamaktadır. Zira biçtiğimiz rol ile aile ve çevremiz arasında ki tutarsızlık, daha sonraki evrelerde genç ile ona biçilen rol arasında ki uyuşmazlığın temel kaynağı haline dönüşmektedir. Çocuğundan okumasını, iyi bir bölüm kazanmasını ve sonra ki hayatın da etkin bir konuma gelmesini isteyen anne ve baba, çocuğun büyüme ve gelişim safhasın da '' biz neyiz, neredeyiz, ne kadar okuyor ve bu durumu çocuğa ne kadar aksettiriyoruz'' gibi bir yükün altına girmeksizin direk ve haksız bir beklenti içerisine girmektedirler. Oysa unutulan en önemli etkenin kişinin tercihleri ve kendi tercihlerine olan ciddi konsantrasyon gerçeğidir. Yani insan konsantrasyon eksikliği çekmemektedir. Kişinin kendi zevk ve tercihlerine daha fazla değer yüklemesi ve sonucun da konsantrasyon ve odanlanmasını da bu tercihler üzerine bina ettiği gerçeğidir. Ve yine çocuğun yetenekleri de tercih yapılanmasın da anahtar rol üstlenmektedir. Bütün bu örneklerimizin hülasası olarak; kişinin kendi tercihleri ve bu tercihler üzerinde ki odaklanmışlığını, bizim talep ve beklentilerimiz ile örtüşmemesini bir eksiklik olarak tanımlama yanlışlığında olduğumuzu kabullenmemiz gerekmektedir.
Unutmamalıyız ki: kişinin tercihlerini yetiştirilme tarzı belirlerken odaklanma da bu tercihler üzerinde tezahür etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder