11 Temmuz 2017 Salı

SIYAH

1789 Fransız ihtilali, dünyada bir çok paradigmayı ters yüz eden ve kendi içerisinde önemli çelişkileri barındıran bir hareketti. Bu değişimler inanç algısından tutun da bizatihi inancın kendisini bile sorgulayan, yargılayan ve hatta öteleyen bir aklın doğuşuna zemin hazırladı. Irkçılık bu dönemde daha bir ivme kazandı ve sonucunda ulus Devlet anlayışı level atladı. Imparatorluklar bir bir dökülmeye ve çok ciddi sarkıntılar geçirmeye başladılar. Az evvel de söylediğim gibi bir çok düşünce ve diktayı beraberinde getirdi bu ihtilal. Ancak ben bir boyutunu ele almak istiyorum. Temelde kiliseye karşı olan hareket, özelde dine ve dinin bütün paradigmalarına karşıtlığa doğru hızla evrilmeye başladı. Kısa zaman sonra tüm Avrupa kocaman bir keşmekeş yumağı haline dönüştü. Ve artık hiç bir şey eskisi gibi değildi. Daha vahim tarafı ise, neyin ne olacağının da belli olmamasıydı. Dediğimiz gibi, kilisenin skolastik tavır ve tutumu, bütün Avrupa halkı üzerinde sadece dini alanda değil, hemen hemen hayatın her aşamasında tanrının kılıcı rolünü üstlenmiş ve adeta bütün yaşam alanlarını istila etmişti. Tanrının kılıcı, sapık ve saçma dayatmalarını tavizsiz uygulayarak insanları yaşayamaz hale getirdi. Böylesi vahim bir ortamda, adeta can simidi anlamına gelen Martin Luther bir peygamber iltifatı görmeye başlamıştı. Bir orta çağ Avrupalı'nın gözüyle bakacak olursak bu durum yadirganır gibi değildir. Böylesi bir atmosfer de, kilise ve öğretisi olan her ne varsa tamamı protesto ediliyor ve çok ciddi eleştiriler alıyordu. Süreç içerisinde eleştirinin dozu artıyor ve ortaya bambaşka bir doktrin, bambaşka bir paradigma ve bambaşka bir mezhep çıkıyordu. Hıristiyan dünya bir başka mezhebe çoktan boyun eğmiş ve önemli bir miktarda alan ayırmıştı. Ve dâhi ayırmak zorunda kalmıştır. Protestan mezhebi, Katolik dünyanın tüm doğrularını (!) Gözüne kestirmiş ve amansız salvolar savurmaya başladı. Bu hamleler öylesine ardı ardına gelmekteydi ki, Katolik dünya nefes bile alamıyordu adeta. Tüm değerleri protesto ( tan ) edilen Katolik din, hemen hemen her hareketinde, Her eylem ve söyleminde, Protestanlar tarafından kırmızı ( Siyah ) kart görüyordu. Bir bakıma Protestan mezhebin sembolü haline dönüştü siyah (...)
Ve Siyah artık Protestan mezhebi için, Amentüsünün İlk şubesi konumunda yerini almıştır. Bir başka deyişle SIYAH, Protestan mezhebinin ( DİN ) bir başkadır sembolü olmuştu.kendine özgü mum takmalar, uğur getirir diye dilek (!) Ağaçlarına bez ve caput bağlamalar, üzüntü ve yas günlerinde gözlükten tutunda ayakkabıya varıncaya kadar SIYAH renk ile varlığını pekiştiren bir Protestan din kendisini Avrupa'nın göbeğine tahkim etmişti. Üstüne basa basa söylediğim Protestan rengi olan siyahın, İslâm alemine intikali hayret ötesi bir durumdur. Ama hayret ötesi ve hatta utanç vermesi ve utanç duyulması gereken şey, SIYAH RENGIN BU MILLETE TAKVA RENGI DIYE YUTTURULMUŞ OLMASIDIR...!!

18 Haziran 2017 Pazar

BAŞKOMUTANA MEKTUP

BAŞKOMUTANA MEKTUP
Mektubum, sitemim, gönül kırıklığım her ne kadar özelde başkomutana olsa bile
Başbakan
Milli savunma Bakanı
İç işleri Bakanı
Gümrük ve Ticaret Bakanı
Genelkurmay Başkanı
Emniyet genel müdürü dâhil olmak üzere saydığım tüm kademe ve devlet erkine hitabendir.
Ülkemiz birçok alanda olduğu gibi, terör yapılanmaları ve bunlara dair yapılan göz aydınlığı operasyonlar ile de hayli sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Bu sıkıntılar elbette Devletin başkomutanı, cumhurbaşkanın birincil uğraştığı, emek verdiği ve gözü gibi sakındığı icraatların başında gelmektedir.
Ve böylesi hayat ve memat ilişkisi içeren operasyonlar da, kahraman asker ve polislerimizin vefakar omuzlarında yükselmekte, varlıkları ve verdikleri mücadele, bu vatanın bir evladı olarak göğsümüzü kabartmaktadır. Bu kutsal, cefakâr ve vefakâr insanların mücadeleleri, tüm halkımızın dilinde ve kalbinde dualara gark olmuş durumdadır. Onlardan herhangi birisinin yaralanma ve şehadet haberi geldiği anda tüm vatan evlatlarının kalbine çöken hüzün, yas kelimelerle ifade edilir gibi bir acı değildir. Canları, malları, sevdikleri ve her şeylerini vatanları için geri plana atmış bu vatan evlatları için, gerek Devlet ve gerekse millet olarak ne kadar özveride bulunsak vallahi az gelecektir. Günlerce, haftalarca ve aylarca ailelerini, anne, baba, eş ve çocuklarını bile görmeden, ev, yuva ve sıla hasreti çekerken bile iç çekmeden tün yürekleri ile mücadele eden asker ve polis kardeşlerimiz her türlü takdirin üzerindedirler. Tek amaç ve hedefleri Vatan ve Devlet olan, Vatan ve Devletin bekası ve bütünlüğü olan bu vefakâr kardeşler için diller ve yürekler her daim arşa uzanan dualara gark olmaktadırlar. Hulasa onlara verilecek her ne olursa olsun tamamını analarının ak sütü gibi hak etmektedirler.
Gelelim olayın kan donduran vahim tarafına.
Elbette ki her kurum gibi bankalarda varlık sebebi olarak bir kar, zarar ve risk raporu hazırlayacak ve buna göre kendi kurumsal tedbirlerini de alacaktır. Prensip olarak burada bir sorun olmadığı gibi bizim de ilkesel olarak bir itirazımız da yok. Bizim itirazımız ve hayretimiz, bankaların bu risk faktörünü devreye koyacağı başka zümre kalmamış gibi asker ve polis üzerinden de devreye sokmuş olmasıdır. Asker ve polis kardeşlerimizden bazılarının çektiği bir kredinin yada kredi kartının bir iki taksitini, şu veya bu sebeple geciktirmiş, şu veya bu sebeple yatıramamış olması dolayısıyla, bankalar tarafından kara listeye alınması, olumsuz bir sicile tabi tutulması ve ihtiyaç duyduğu anda kredi ve kredi kartı talebine olumsuz cevaplar veriliyor olması, bu milletin kabul edebileceği bir durum değildir. Bankalar, doymak bilmez, tükenmek bilmez kazanma arzularını asker ve polis üzerinden yapmamalı ve yapmasın.
Bu anlamda bizlere ulaşan sayısız şikayet mektup ve dilekçeleri bulunmaktadır. Hele hele öylesi olaylar var ki bu durum daha bir can acıtmaktadır.
Örneğin bir uzman çavuş kardeşimiz, elinde olmayan sebeple bir bankadan aldığı kredinin,  ( ki bu kredi miktarıda sadece ama sadece beş bin lira ) bir iki taksitini geciktirmesi sonrası banka tarafından icra takibine alınıyor. Uzman çavuşumuz ise bu olayın hemen sonrası ailesinden aldığı yardım ile tüm borçlarını kapatıp icra takibini ve tüm olumsuz durumları ortadan kaldırmasına rağmen, nişanlanması sebebiyle kredi talebinde bulunması, olumsuz bir cevap ile sonuçlanmaktadır. Devlet için Millet için bu denli zor şartlarda ve kahramanca mücadele eden asker ve polis kardeşlerimize uygulanan ve reva görülen bu davranış, mutlaka Devletimizin büyükleri tarafından dikkate alınacaktır diye umut ediyor ve inanıyoruz. Bu anlamda yapılması gereken tüm girişimleri Devlet büyüklerimizden beklemekte ve acilen bu yüz kızartıcı durumun ortadan kaldırılmasını talep etmekteyiz

                                                                                   


14 Haziran 2017 Çarşamba

SAHİ CHP!

SAHİ CHP !
17 eylül 1961 tarihi sana bir şey hatırlatıyor mu ey CHP !?
Bu tarihe dair bir anlık ve bir atımlık bile olsa, kusmuk geliyor mu içinden ey CHP !?
Sahi CHP!
Dünyanın en centilmen, en zarif, en nazik ve hepsinden kat be kat ötesi, en masum insanını ve üstelik bir Başbakanı asmak nasıl bir duygu ey CHP!?
Bu insan ki, bir ülkenin yaklaşık %60 ‘nın  ( 57.6 ) oyunu almış, tek derdi vatan ve milleti olan, yaptığı tüm icraatları da bu denklem üzerinde cereyan eden, zarif ve müşfik bir insanı, dar ağacına götürmek nasıl bir vahşet ey CHP !?
SAHİ CHP !
Bir kez olsun o masum, tertemiz insanın kabrine gitmek, bir anlık utanma duygusu ile helallik istemek aklına geldi mi ey CHP !?
Bir ülkenin milyonlarının sevdiği, saydığı, son derece temiz ve alabildiğince masum bir insanı, bir hiç pahasına asmak, dar ağacına götürmek bir anlık bile olsa canını acıttı mı ey CHP !?
SAHİ, CHP !
Senin için adalet nedir !?
Senin için hukuk nedir ey CHP !?
Yarım asır oldu ve milyonların acısı hala taptaze iken, o tarihte yaşanan mezalime dair duygu ve düşüncelerin nedir ey CHP!?
Bütün bu soruları soran kişi olarak biliyorum ki, hiçbir sorumun senin için zerre kadar kıymetı harbiyesi yok ve zerre kadar değer ifade etmiyor senin için ey CHP
Ey CHP, senin için devrim, inkılap, ve ihtilal için her şey mübah değil mi ?!
Ve dahi bu devrim (!) hayatta kalsın diye daha nice menderesleri, Özalları ve Erdoğanları bir kalem de dar ağacına götürür ve üzerine su bile dökmezsin değil mi ey CHP !
Devrim yumurtası pişsin diye nice alevler, ateşler yakmayı ve nice yangınlar çıkarmayı, sonu nereye varırsa varsın düşünmeden yapabilirsin değil mi ey CHP!?
Sahi CHP, canın acıyor mu !?
Sahi CHP, canın yanıyor mu!?
Üstelik gırtlağına kadar suça bulaşmış, gırtlağına kadar fetö terör örgütü ile pis ilişkiler ağı içerisine girmiş, devletin en mahrem bilgi ve belgelerini dünyanın gözleri önüne sergilemiş bir kişinin aldığı 25 yıl, canını acıtıyor mu ey CHP!?

SAHİ CHP!
Kazara bile olsa bir anlık, bir olaylık bu devlet ve millet ile birlikte hak, hukuk ve adalet arama erdem ve ahlakı ne zaman sende neşvünema bulacak ey CHP!?
Ne zaman kendi dünyandan, kendi katı ideolojik algından sıyrılıp, kafanı kumdan çıkaracaksın ey CHP!?
Biliyor musun ey CHP!
Aslın da sana kızmıyorum! Kızmak bir kenara seni anlıyorum da…!
Yukarda sayıp döktüklerim, senin ontolojik bir amentünü teşkil etmekte. Ve biliyorum ki bu ilkelerden birisinden dahi sapma gösterdiğin an, değerlerine (!) dair imanın ciddi sarsıntılar geçirecek ve ortada devrime ve devrim kanunlarına dair inanç ve iman kalmayacak.
Ve sonucu olarak, bu devrim amentüsü sayesinde konsolide ettiğin kitleyi de kaybedeceksin. Bir başka deyişle hayat ve yaşam hakkın bile kalmayacak elinde.
Biz bu ülkenin milleti olarak seni nasıl tanımış, anlamış ve analiz etmişiz değil mi ey CHP!?
Her ne kadar çıkıp kendin itiraf etmemiş olsan bile, biz bilmez miyiz birbirimizi ey CHP!?
Senden Devlet ve Millet adına hayır beklemek, olumlu bir duruş, tavır ve eylem beklemek bizler için hayal ötesi.
Lakin ey CHP! Gel bir kez ama bir kez olsun bu milletin kendi evlatları içerisinde çıkabilecek bir yangına karşı olumlu bir tavır, söylem ve davranış içerisinde ol, aksi halde kazanan yine sen olmayacaksın…!






5 Haziran 2017 Pazartesi

FETÖ DARBE Mİ YAPACAK !?

Fetö terör yapılanması aleni, açık açık ve adeta sağıra bile duyuracak şekilde, darbe yapacağım Niye desin!?
Bu denli hoyrat olmasının gerekçesi ne ola ki !??
Oysa darbe, Ne denli sinsi, sessiz ve gizli olursa başarı oranı da o denli yüksek olacaktır. O halde burada stratejik bir akıl devrede. Ve biz bu akla fazlasıyla aşinayız. Bütün bu saptamalar sonrası durumu nasıl anlamalı ve nasıl okumalıyız !?
Elbette Devlet ve millet olarak teyakkuz halinde olmalı, rehavet ve boş verdimci, malayani hal içerisinde olma hakkına sahip değiliz. Lâkin, darbe sonrası devreye sokulan ohal ile atılan adımlar yabana atılır değil. Belki eksik, belki kusurlu ve belki yavaş ama her halükarda darbecilere ciddi darbelerin vurulduğu da bur başka gerçek. 
Pekı terör örgütünün bu pervasızca yaptığı açıklamayı nereye koymalı ve nasıl bir strateji geliştirmeliyiz !?
Ben, Bu durumun gerçekliğinden, hayata geçebilme ihtimalinden daha ziyade bir kaos oluşturma niyeti taşıdığı kanaatindeyim. Şöyle ki ; terörle mücadele içerisinde olurken, bir karmaşa, kaos daha fazla hukuksuzluk, Daha fazla hata ve daha fazla mağduriyet meydana getirecektir. Pekı oluşabilecek bir kaos ve akabinde meydana gelecek gayri ihtiyari yapılacak hatalar sonrasında nasıl bir seyir izleyecek !? İşte bence konunun en can alıcı noktası da tam burası.
Nasıl mı !?
Yargılamalar bitip, ohal devre dışı kaldıktan ve iç hukuk yolları tüketildikten sonra, örgütün tüm üyeleri mağdur edebiyatını daha bir gür sada ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyacaklar. Ve bu güdümlü hukuk yapılanmanın, mevcut yüz binleri bulan davanın sadece %10'una bile baktığını ( mutlaka bakacağını ) hesaba katacak olursak vahametin boyutları da ortaya çıkmış olacaktır. İşte bu sebepledir ki, gerek Devlet aklı olarak ve gerekse millet olarak hukuk kaide ve kuralları içerisinde kalmamızın hayati önem arz ettiğini bir an bile dikkatten uzak tutmamalıyız. Henüz olay çok sıcak. Ve bu sıcaklık ve ihanetin boyutu elbette gerek Devlet ve gerekse millet olarak canımızı yakmakta ve henüz bu yara kabuk bile başlamamış durumdadır. Lakin acının, sızının boyutu her ne kadar büyük olsa bile, gerek Devlet ve gerekse millet olarak sağ duyudan uzaklaşmadan ve gelecekte olabilecek ve olması kesine yakın tehlikeye karşı şimdiden rasyonel yaklaşım ve direnç noktası oluşturmak zorundayız. Aksi halde yarın çok geç olacak...!!

20 Mayıs 2017 Cumartesi

İZMİR'İN DAĞLARI

İZMİR'İN DAĞLARI
Günlük hayatımızda da karşılaşırız ciddiyetsiz, samimiyetsiz, yalaka, iki yüzlü insanlar ile. Varlıkları sadece çıkarları olduğu sürece geçerli olan insan tiplemeleridir bunlar. Ve bu tip insanlar, pardon yaratıklar, girdikleri suyu bile bulandıran, her türlü mikrop yuvası tiplerdir. Olmamaları varlıklarından çok daha güzel ve anlamlıdırlar. Ancak,  bu tipleri hayatımızdan, yanımızdan uzaklaştıralım desek bu kez de,  '' hangisini ''  diye ayrı bir sorun yumağı ile karşı karşıya karşıya kalacağız demektir. Bu tip varlıkların amacı, bir doğruyu ortaya koymak, bir yanlışa parmak basmak ve bu mantık üzerinden bir eleştiri yapmak değildir. Bu gibi yaratıklar, karşı tarafın değerlerine küfrederek iki yüzlü karakterleri ile kendilerine kabul edilir bir alan açma derdindedirler. Aksi halde Tur'un, Sina'nın, Nur'un da bir dağ olduğunu ve her birinin kendine ve çevresine göre bir değer,anlam ve önem ifade ettiğini de bilir zaten.
Ve yine samimi, dürüst ve ilkeli bir kişi bir hakkı, bir doğruyu ifade etmek, bir tespit yapmak, bir davet ve tebliğ amacı olan  kişilerin de uyması gereken bir takım ahlaki kuralların olduğunu da bilmesi gerekmektedir. En temek düstur '' onların değer ve kutsallarına hakaret etmeyin. zira döner onlarda sizin değer ve kutsallarınıza hakaret ederler ''  bu şaşmaz prensip, pek tabidir ki işi bilen ve aynı zaman da samimi insanlar için geçerli bir düstur ve kuraldır. Bu kural ve kaide ile kendisini kontrol etmeyen kişi ve zümre, basit ve ucuz hesapların adamıdırlar.
Müslümanlar , bir doğruya parmak basmak, bir eleştiri yapmak istedikleri anda, kafalarının estiği üslup ile ve olur olmaz ifade şekillerine baş vurabilir bir hak ve hürriyete sahip değillerdir. Onların uyması ve tabi olması gereken temel Ahlaki değerler manzumesi vardır.
  '' sen sözünü kırıcı ve incitici şekilde söylemiş olsa idin, yanın da kimseyi bulamazdın '' ilkesi en belirleyici emir ve Ahlaki bir düstur halinde karşımızda durmaktadır. Benim veya bir başkası için İzmir'in dağının bir değer ifade etmiyor oluşu, dağın hepten anlamsız ve değersiz olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmaz.
İnsanın inanç, iman seceresi ne olursa olsun, mutlaka ilkeli olmak zorundadır. Hata karşısın da ilkeli bir duruş ve tavır takınmayanların, kendilerine karşı yapılmış bir hakaret sonrası seslerini yükseltme hakkı ortadan kalkmış demektir. İikeli insan, samimi, dürüst insan, kendisinden evvel karşısında ki kişinin hakkına sahip çıkan ve ona karşı yapılmış zulme seyirci kalmayan insandır. Ve bu durum bir lüks değil, insan olmanın en birincil ön koşuludur. Önemli ve büyük bir hata yapan kişi, evvela kendi camiası tarafından uyarılmalı, ikaz edilmeli ve gerekiyorsa bir takım yaptırımlara tabi tutulmalıdır. Bu durumda da yine adil olma ve bir başka zulme kapı aralanmamalıdır. Zira hata bariz ama utanç, nedamet ise gizlidir. Bu sebeple gerek takdir ve gerekse kınama işlemi de yine adalet çemberinin dışına taşmamalıdır.

17 Nisan 2017 Pazartesi

REFERANDUM SONUCUNA BAKIŞ VE YORUMLAMA YANLIŞ, YANLIŞ VE YANLIŞ...!


Ceketin ilk düğmesi yanlış iliklenmiş ise eğer, geri kalan da düzen beklemek zaten olanaksız. Bu gerçekten hareketle, referandum ve sonuçlarına dair kendinizi konumlandırdığınız yer de aynen böyle bir durum arz etmektedir.
Şimdi analiz edelim gerçek dışı, hatalı ve zaman zaman bilinçli olarak yapılan yalan yanlış yorumları. Evvela altını kalın kalın çizmemiz gereken birincil analizimiz, sistem değişikliği tasarısının sahibi her ne kadar Ak parti ve MHP olmuş olsa da, özünde yapılan oylama partilere değil, değişen sistemin oylanması olayıdır. Bu gerçeklikten hareket edersek eğer, o zaman halkın kısmi şerh koyduğu şey, Ak parti ve MHP değil değişen yönetim sistemidir. Eğer iddia edildiği gibi, bu oran bir sarı kart ise, bu oran bir ikaz, uyarı ve hatta bir tehdit ise ve bundan nemalanacaklarını iddia eden çevreye diyorum ki, hadi uyum yasalarını bir an evvel çıkarın ve erken seçim kararı alın ve kendine güvenen adayınızı da Erdoğan’ın karşısına çıkarın. Bakalım sizi daha ilk turda tepe taklak ediyor mu etmiyor mu !? Bu yanlış yorumlamayı bir başka tez ile çürütelim. Referandum sonucuna bakarak hem Ak partiyi ve hem de Milliyetçi Hareket Partisini eleştirenlere diyorum ki, ilk genel seçimde MHP yine kendisinin kemik tabanı olan %12 ila 15 bandında ki oyunu tekrar alacaktır. Hülasa, yeni sistem de yapılacak ilk seçimde emin olunuz ki bu referandum sonucundan nemalanmaya çalışan zümre yine yerle yeksan olacaktır. Gelelim %51.4 gibi beklentilerin altın da gerçekleşen sonucu irdelemeye. Evvela şunu vurgulamak gerek. Yapılan sistem değişikliği, gereksiz, önemsiz, yersiz ve gerçek bir değer ifade etmeyen 18 yaş, vekil sayısının 600’e çıkarılması gibi bazı maddeler adeta paketi sulandırmış ve paketin özünde ciddiyetsizlik hissine kaynaklık etmiştir. Tüm bunların yanı sıra, MHP’nin mecliste ki davetine, mal bulmuş mağribi gibi sarılmak, toplumda konuşulması ve tartışılmasına gereksinim bile duyulmadan kısa zaman da komisyon ve genel kuruldan çıkarılarak halka götürülmüş olmanın etkisi de azımsanır gibi değildir. Ve yine bir başka önemli nokta da, paket makul, mantıklı ve halkın endişelerini ortadan kaldıracak şekilde pazarlanmadı, pazarlanamadı ve pazarlanmasına bir takım çevreler ayak koydu…! Bu durum chp tarafından hissedilerek çok çeşitli entrikalara bezenerek akla hayale dahi gelmeyecek abartı, yalan ve malayani şekilde sabote edilmiş olması da bu sonuçta önemli etken olmuştur. Bir başka önemli sebepler arasında ise, halkın bir asıra yakın tanıdığı, aşina olduğu, bildiği bir sistemi, hiç bilmediği, tanıklık etmediği bir sistemle değiştirirken duyduğu endişenin de bir yansımasıdır. Ve bu durum kendi içerisinde anlaşılabilir ve hayli doğal bir endişedir. Bu haklı endişeden kendisine pay çıkarma girişimi ise acizliğin doruk noktasıdır. Halk, yeni sistem ile kendi arasında ki bilinmezliğe dayalı olan bu kısmi soğukluğu, iktidarın uygulayacağı doğru, adil ve kalkınmaya dayalı ve bir o kadar özgürlükçü uygulamaları sonucunda ortadan kaldıracaktır.
Bir kez daha ve gür sada ile diyorum ki; aslanın önünde ki kırıntılardan nemalanmaya çalışan çakallar, sıkmayın canınızı en fazla iki yıl sonra daha bir şiddetli karşılık göreceksiniz…!


9 Ocak 2017 Pazartesi

ŞEHİT OLMAK !

ŞEHİT OLMAK!
İnsan ne kadar aklı ile hareket eden bir varlık olsa da, zaman zaman mana, duyguları ile de hareket etmektedir. Ve bu durum zaman, mekân, olay ve olgunun doğru okunmasına göre, haklı olarak başkalaşım gösterecektir ve göstermelidir de.
Şehit olma arzu ve güdüsü, çıkışı itibarıyla bir akıl hareketi olmakla birlikte, kat be katı duygu ( mana ) işidir. Ülkeniz, devletiniz ve vatanınıza dair büyük bir oyun oynanırken, komutanınız sizi yanına çağırıyor ve sizin evvela aklınıza hitap eden bir konuşma yapıyor. Yapmanız gerekenleri anlattıktan sonra, ödenecek bedelin büyüklüğüne de dikkat çekiyor. Bu ilk kontak ve hitap evvela aklınıza ve daha sonra duygunuza, yani mana âleminize dokunuyor. Akıl süzgecinizden geçen ve onay alan bu hitap, sonra ki süreçte yerini duygu, yani mana âlemine bırakıyor kontrolü. Artık sizi duygularınız yönetmektedir. Şayet iş hala aklın kontrolünde olursa; anam, babam, karım, çocuklarım, işim aşım gibi birçok dünyalık ( seküler ) olgular ile savaşınız başlar ve bu savaş sizi kuşatır ve yapmanız gereken kutsi eylem akamete uğrar. Bu sebepledir ki siz mana âleminin ve kutsi çağrının emrine girmişsinizdir artık. Bu mana âleminin ve bu kutsi çağrının doruklarına çıkar ve onlarca terörist çakalın ortasına dalar ve terörist başının başını hedefe koyar ve görevi kutsi çağrıya yakışır şekilde, kutsal olarak noktayı koyarsınız. İşi bitirmişsinizdir. Sonra ki safhada yine akıl devrede olsa siper alır, siper almaya çalışır ve kendinizi daha korunaklı bir yere doğru atar ve koşarsınız. Ama dedik ya kutsi bir çağrı sizi beklemektedir. Bu kutsi çağrı ( şehadet ) sizi beklediği için hala duygularınız ( mana ) ile hareket etmekte, hiçbir sütre arkasına koşmak aklınıza bile gelmemektedir. Düz bir koşu yapar ve çıplak bir hedef haline gelirsiniz artık. Zira ulvi ve kutsi davetin sahibi ‘’ gel yüce kulum, işi başarıyla yaptın, görevi tamamladın. Gel artık yanıma ve sana vaad ettiğim özel makam ve mekana ‘’ düsturu hayat bulacak ve orada Şehit olacaksın…!
İZMİR
Ve yine Vatana, Millete, Devlete, birlik, dirlik ve kardeşliğe kahpece bir pusu kurulmuştur. Olayın ilk evresini, ciddiyet ve vahametini aklınızla kavrayıp, mantık süzgecinden geçirir geçirmez mana âlemine transit bir geçiş yaparsınız. Akıl devre dışı kalmıştır artık. Hem nasıl devrede olsun ki akıl !? uzun namlulu silahlara, iki kişiye, roket atarlı, lav silahlı ve bomba yüklü araca koşar adım gitmenin, akıl ile izahı mümkün mü !?  Tüm dünyalık hesaplar arkaya atılmış, gözü kara şekilde Allahsız ve ahlaksızca kurulmuş pusu ve planı bertaraf etmektir tüm amaç ve hedefiniz. Koşa koşa gidersiniz iki kişinin ve uzun namlulu silahların üzerine. Gitmekle kalmayıp bir leşi yere serer tüm planı bozar ve ülkeye bir sekin bir sükûn bırakırsınız. Burada da görev tamamlanmıştır. Kaçmak, bir sütre arkasına gizlenmek, gelebilecek mermilerden korunmak için akli bir hareket yapmak yerine, sadece duygusal bir eylem yaparak kahpe kurşuna hedef olarak ulvi çağrıya icabet edersiniz.  Ve yüce yaradanın  ’ gel yüce kulum, işi başarıyla yaptın, görevi tamamladın. Gel artık yanıma ve sana vaad ettiğim özel makam ve mekana ‘’
Şehit olmak hesaplardan sıyrılmaktır. Şehit olmak dünyasal tüm çıkar ve metalardan azade olmaktır. Şehit olmak özgürlüktür. Şehit olmak adanmışlıktır.
İşte bu sebepledir ki tüm ülke şehidin arkasın da dua ile, saygı ile takdir ile ve hayranlık ile bahseder.

SONUNA KADAR HAKLARI DEĞİL Mİ…!?