14 Aralık 2016 Çarşamba

AVRUPA'NIN DİNSEL SEYRİ VE İSLAM DÜNYASI

Din, insanla yaşıt bir sürece tabidir. Ve aynı zaman da inanmak, iman etmek, tapınmak, sığınmak gibi gereksinimler de yaratılışsal ve fıtri olması dolayısıyla da hep popüler olmuştur. Dolayısıyla din, kendi içinde  her zaman taraftar ve alıcı bulmak noktasın da potansiyel bir güç barındırmaktadır. Dinin bizzat kendisi, doğuşu itibarıyla insan doğası ve fıtratı ile çelişmemekle beraber, tam tersi olarak insan ve tüm gereksinimlerine muhteşem hitap ve çözümler sunan bir mekanizmadır. Bu anlam da dinin bizatihi kendisi son derece masumdur.
Ancak, uygulama, yorumlama ve anlatış ( pazarlama ) tarz ve metotlarında  ki anormal sapmaların faturası yine bizzat dinin kendisine kesilme gibi felaket bir yanlışa götürmüştür insan. Özellikle ortaçağ Hıristiyan dünyası ve din adamlarının insana, hayata, bilim ve sanata dair yanlış ve sakat yaklaşımı, skolastik yapısı gereği tavizsiz uygulaması sonrası tüm Avrupa içten içe dinle hesaplaşma, ayrışma ve kavga sürecine başlamıştır. Bu anlamda 16. yüzyıl sonları ve 17.yüzyıl ortalarına geldiğimiz de bu içten verilen kavgalar gün yüzüne çıkmakta, kilise dünyasına karşın aykırı, farklı, muhalif ve eleştirel sesler daha baskın bir kimliğe bürünmeye başlamıştır. Özellikle 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın baş ve ortalarına geldiğimiz zamanda ise, kiliseye karşı verilen savaşın şiddeti artmakta ve kilise anlamsız, hiç konumuna itilmeye başlanmıştır. Özel de kiliseye verilen bu kavga genelde bizzat dinin kendisine doğru evrilerek fatura yine dinin kendisine kesilmektedir. Avrupalı insanların verdiği bu kavganın alt yapısı iyi tahlil edildiğinde, hepten hatalı olduklarını, hepten yanlış olduklarını söylemek ise adaletsiz ve insansız bir yaklaşım olacaktır. Elbette insanlar her hal, tavır, tutum ve haykırışların da haklı da değillerdi. Ancak olayın tahlili sonucunda görülecektir ki, kilise ve dine karşı verilen bu kavganın en sağlam gerekçesini yine kilisenin bizatihi kendisi hazırlamıştır. Tapınma ile reddiye arasın da kısmi özerk kılınan (irade) insan, kendi aymaz ve açmazını da bu gerekçeye harman ederek freni patlamış kamyon misali, din adına önüne gelen her şeyi yerle yeksan etmeye başlamıştır. Verilen bu amansız kavganın başarılı olması, kilisenin savaşı kaybetmesi ve bunu zımnen kabul etmesi ise, Avrupa insanına sarhoş zafer naraları attırmıştır adeta. Özellikle de bu süreçte bilim, sanayi ve endüstri dünyasın da meydana gelen devasa buluş ve gelişmeler ise, kiliseyi tamamen zavallı konuma itmekte, diğer tarafta ise  özgürlük, akıl ve insan kutsamasına kadar götürmektedir tüm Avrupa’yı. Bu süreç bir de ‘’ aydınlanma ‘’ gibi muhteşem bir ambalaj içerisine konularak sunulması sonrasında ise, Avrupa ve halkının yeni dini ( dinsizlik ) filizlenmeye başlamaktadır. Din ve ona dair tüm ilkeler insan hayatından sökülüp atılmış, sekülerizm insan hayatına tamamen hükümran olmaya başlamıştır artık. Ahlak, merhamet, şefkat, bölüşüm ve paylaşım gibi değerler hiçe sayılmış, kazanmak için her yol mübah inancı bir amentü gibi sahiplenilmiştir artık. Ancak, 17. yüzyıldan günümüze kadar geçen süreçte her türlü savruluşu en koyu ve en yoğun halde yaşayan Avrupa, bir başka huzursuzluk, tatminsizlik ve açlık ile yüzyüze kalmaya başlamıştır. Bu durum tüm Avrupa toplum bilimcileri tarafından görülmüş, tespiti yapılmış ve kendileri için sonun başlangıcı olduğunu haykırmaya başlamışlardır. Avrupa zengindir, Avrupa alım ve tüketim gücüne, şaşalı yaşama sahiptir ama bundan bir tık ötesini verememiştir. Bu durum sistemsel ve felsefik olarak Avrupa’nın iflası demekti. İslam gibi tertemiz, bozulmamış,tahrif edilmemiş, tevhidi ilkeleri ve ahlak öğretileri ile insanlığın kurtuluş reçetesi olan İslam, bütün Avrupa ve halkı için göz kırpmaya başlamıştır artık. Bu durum bütün batının, öğretilerinin, felsefe ve medeniyetinin yerle yeksan olmasının başladığı nokta idi. Tam bu noktada, bu buhranlı zamanlarda, Avrupa ve ideolojisinin insana ve insanlığa verebileceği hiçbir şeyinin kalmadığı süreci maalesef İslam dünyası ve aydınları doğru ve rasyonel olarak dolduramamışlardır.
Ancak papucun hayli pahalı olduğunu bilen batı;  fundamentalizm, radikalizm, terörizm gibi kavramları piyasaya sürerek profesyonel bir algı yönetimi oluşturmaya başlamıştır. Tüm İslam coğrafyasın da kendi tiyatrolarına figüranlık yapacak tipleri bularak, çeşitli örgütler kurdurup akla zarar fiil ve eylemleri ‘’ Allahu ekber’’ nidaları eşliğinde yaptırarak, bu algıyı kendi tabanlarına karşın cilalı hale getirmişlerdir. Bu proje belli oranda başarılı olmuş ve kendi halklarını da bu algı etrafın da konsolide etmeyi de başardılar. Bu durum bir taşla iki kuş vurmak gibiydi adeta. Öyle ki, hem kendi  halklarını İslam dininin ilke ve ahlaki öğretisinden uzak tutmalarına imkan verdi hem de tüm İslam ülkeleri ve Müslümanlara yapacakları zulme halkları tarafından vize almalarına zemin hazırladı. Plan tutmuş,radikal sekülerizm kazanmış ve İslam terör dini, Müslümanlar ise teröristtir artık…!!

Bu büyük yalan, bu ahlaksız oyunun gerçekle alakası yoktu elbette. Ancak unutulmamalıdır ki, bu ahlaksız oyunun tutmuş olması Batı dan ziyade biz İslam dünyasının daha ağır bir vebali yüzünden başarıya ulaşmıştır. Birlik, dirlik içerisinde olmayan, birbirinin eksiklerini gidermek, birbirleri ile dayanışma içerisinde olmayan İslam alemi batının ekmeğine yağ sürmüştür. Bir de bu duruma İslam coğrafyasın da Avrupa ve Abd tarafından eğitilen ve finanse edilen sahte din yapılarının bilinçli katkısını da eklediğimiz zaman, durum daha bir artı olarak batının hanesine yazılmış olmaktadır. Yaratılan bu kaos ortamından bir yüzyıl daha çıkması pek muhtemel olmayan İslam dünyası, umutları bir başka yüzyıla bırakmıştır…!

22 Ekim 2016 Cumartesi

YARI TANRI MÜGE ANLI...!

YARI TANRI MÜGE ANLI
Nefreti yaymak son derece kolaydır. Zira nefret içeriği gereği alıcı bulmaya son derece elverişli bir malzemedir…!
Hele hele de bu malzeme, ekranlar önünde ve bir hukukçu (!) bir Psikiyatr (!) eşliğinde sunuluyor ise  Pazar tezgahınız alabildiğince kalabalık olacaktır zaten.
Yazımızın hemen başın da bir günah çıkarma ve bir savunma psikozu içerisine girerek şu önemli vurguyu da peşinen yapmak istiyorum. Elbette suç suçtur ve her suçlu hak ettiği cezayı almalıdır. Bu noktada zerre kadar tolerans tanınması zaten akla ziyan bir davranış olacaktır.
Ancak ; hukukun temel esası, delilden suçluya gitmek üzere kuruludur. Suçludan delile gitmek hem insan hakkı ihlali, hem hukuk ihlalidir ve dolayısıyla ayrı bir suçtur. Ayrıca, bu eylemi ekranlar önünde yaparak toplumsal bir galeyan ve nefret meydana getirmek ise hiç de azımsanır bir suç değildir…!
Az evvel de bahsettiğimiz gibi, suç ve suçluyu övmek ya da korumak gibi ahlak dışı bir davranış içerisinde olmamız zaten olacak şey değil. Fakat bir hukuk devletinde araştırma, kovuşturma, yargılama ve hüküm vermenin esas ve kuralları yok mudur…!?
Milletin gözleri önünde har bir ateşin üzerine konulmuş kocaman bir kazan ve içerisinde, fokur fokur kaynayan bir suya atmak, 3 yaşında ki çocuğa tecavüz sucundan  daha mı hafif bir suçtur…!?
Bütün bu olup bitenleri canlı yayında sunmak, hiçbir sansüre tabi tutmadan aktarmak, hassas kişi ve çocuklar üzerinde ne gibi bir etki ve travmatik sonuçlar doğuracağını ve ne gibi kalıcı hasarlar verebileceğini hesap edememiş olmak yabana atılır bir suç mudur…!!?
Psikolojinin adeta genleri ile oynanarak,  gaz ve galeyana gelmiş bir halkın ne gibi infiallere girişebileceği hiç mi hesap edilmemiştir…!? Ve tüm bunlar stüdyo da bir hukukçu ve bir psikiyatr eşliğinde yapılıyor olması, suçu daha katmerli bir hale dönüştürmüş olmaz mı…!!?
Ekranlar da canlı olarak verilmesi, halkın tüm psikolojik algısı yönetilerek azami nefret duygusu parlatılmış ve bu nefret psikolojisinin ceza evine de intikali ve bu intikal sonrası ceza evinde  ne gibi bir vahşetin olacağını hesap edecek bir hukukçu (!) bir psikiyatr (!) bulup görüş alamadınız mı?
Unutmayalım ki her suç ve suçlu kendi sosyal zeminin de beslenmektedir. Farklı bir sosyal koşul, imkan ve olanaklara sahip kişilerin, bu saptamadan bihaber olarak yapacağı her yaklaşım konuya teşhis koymada büyük sakatlıklar doğuracağı aşikardır. Bu berbat zemini oluşturan tüm etmenler masum, temiz ve sorumsuz tek suç ve suçlu o kişi midir…!?
Sahi hiç kendinizi çek ettiniz mi? Hani Allah’ın saklayıp henüz deşifre olmamış o yüz kızartıcı suçlarınızı göz önüne getirdiniz mi hiç..!? ve bu olayı ve kişiyi değerlendirirken bu duygu ile olaya yaklaştınız mı !?
Yooo hayır yapmadınız. Hem neden yapacaksınız ki, sizin işlediğiniz suç ve kabahat henüz deşifre olmamış ve siz sütten çıkmış ak kaşıksınız…!
Hadi suçlu hadi kabahatli  diyelim ve diyelim  ki yaptığı suçun cezası da 10 tokat olsun. Hal böyle iken 11 tokat atmak bir başka suç ve zulüm değil midir!? Hele hele de bu durum kaynar kazan durumuna gelmiş ise kim nasıl izah edecektir?.
Yarı tanrı Müge Anlı, kendince suçluyu buldum diyorsun. Ve kendince ‘’ reklam arasında ‘’ her türlü itiraf geldi diyorsun. Olayı en küçük ayrıntısına kadar anlatıp itiraf etti diyorsun. Heyhat !! ne hikmetse cesede hala ulaşılamadı. Bu nasıl anlatım ve bu nasıl itiraf söyler misin?
Bu kişinin ruh yapısı, psikolojik dokusu son derece bozuk ve hasta bir kişi. Böylesi bir kişinin vereceği itiraf ve anlatı hukuken sağlam bir bilgi ve belge değildir. Ve az evvel de söylediğim gibi, kişi ruhen son derece hasta bir durumda. Ve anlatılarından hareketle çocuğun naşına da bu kadar geç bir zaman da ulaşılmış olması ise ayrıca çok manidardır. Şimdi, bu olayın arkasından bambaşka bir olay ve bambaşka kişiler çıkarsa ve olayın başı ve sonucu hiç de bize aksettirdiğin gibi olmaz ise bunun hesabını hukuka ama en temel de bu millete nasıl vereceksin…!? Ki endişen olmasın ki bu olay o kadar basit değil ve arkası da asla boş bir olay değil.
Şimdi soruyorum; başından beri hukuk, insan hakları, toplumsal yarar gibi bir çok unsurun ayaklar altına alındığı bu program, sunucusu ve katılımcılarının hukuk ve toplum nezdinde hesap vermeleri gerekmez mi..!

Ve yine soruyorum; Ey hukukçular, ey psikiyatr ve psikologlar sizler neden varsınız ve ne zaman devreye girersiniz…!!? 

28 Eylül 2016 Çarşamba

İRAN VE Şİİ ETKİ ALANI

İRAN VE ETKİ ALANI
İran: İslam (!) devrimini gerçekleştirmesi sonrası ABD ve AB ile olan ilişkilerin de önemli derece de sarsıntılar geçirdiği, en azından kamuya böyle aksettirildiği hepimizce malum. Oysa bütün bunlar gerçekle asla örtüşmemekteydi. AB’nin direksiyonun da bulunan Almanya ve Rusya İran’ın en büyük ticaret ortaklarından birisiydi. Kâğıt üzerin de ve kamuoyuna yansıyan yönü ile ABD ile arasın da sürtüşme bulunan İran, petrolünün büyük bir miktarını da yine ABD’ye satmaktaydı. Yani ‘’ parmağım kör gözüne ‘’ tiyatrosu oynanıyordu. Özellikle de İran ve İsrail arasında ki durum sürtüşme gibi lanse edilmiş olsa bile derin ve sağlam ilişki de bilenlerince zaten malumdu. İran’ın Rusya ile olan sıkı bağ ve yüksek iş birliği ise zaten ayyuka çıkmış bir başka açmaz idi.
Sözde sürtüşme ama perde gerisinde ki büyük dostluk, İran için yeni açılımların da kapısını ardına kadar aralamaktaydı. Bu durumu sonuna kadar kullanan İran, Afganistan’dan tutun da Tunus, Cezayir, Irak ve Suriye üzerinden  Şii politikalar izlemiş ve bunda da büyük oran da başarılı olmuştu. Batı, bütün bu olanları bilmekle beraber önemli derece de katkı da sağlamıştır. Zira eğer ilerde bir İslam birliği kurulacak olursa, bunun önünde ki en büyük engelin İran olduğu batılı sosyolog ve din bilimcileri tarafından iyi analiz edilmişti. Zira İran’ın Din anlayışı ile diğer tüm İslam coğrafyasının din anlayışı temelden ve birçok bölümden dolayı önemli farklılıklar göstermekteydi. ABD ve AB, İran ağzı ile İsrail karşıtlığı tiyatrosunu oynayarak İsrail’in varlığına hem meşrutiyet ve hem de masumiyet kazandırmaktaydı. İran, İsrail için yüksek perdeden ‘’ yakarım, yıkarım, yerle bir ederim’’ gibi mavalları okurken, Batı için yeteri malzeme zaten ortaya çıkmış olmaktaydı. Artık İsrail yerini sağlamlaştırmış, Filistin toprakları ve halkı üzerin de estirdiği terörize eylemler masumiyet kazanmıştı. İsrail alabildiğince silahlanmalı, topraklarını (!)  korumalı ve bu amaçla yapacağı tüm öldürme işlemleri de haklılık arz etmekteydi. Öyle ya, aksi halde İran tarafından yakılıp yıkılacaktı…!
Bu durum artık saklanamayacak bir hal almaktaydı. Dolayısıyla bu durumu Ürdün kralı Abdullah Aralık 2004 yılın da şöyle dile getirecekti. ‘’Sünni Ülkeler İran hilali tarafından kuşatılmaktadır’’ tespitin de bulunacaktı. Ve bu etki alanının büyük bir bölümünü Ortadoğu Ülkelerinin oluşturduğunu da özellikle belirtmeliyiz. Türkiye iç ve dış politikasın da kendi çıkarlarına göre politika izlemesiyle birlikte bu oyun daha göze batar hale gelmekteydi. Bir bakıma Türkiye Şii İran ve etki alanı ile kuşatılmakta ve terbiye edilmeye başlanmıştı. ABD’nin stratejik ortağı olan Türkiye, yerini bir başka stratejik ortak olan İran’a bırakmıştı artık..!
Nitekim İran Suriye de başat bir rol üstlenmiş, Ordusunu Suriye de konumlandırarak yüzbinlerce Sünni’nin şehit edilmesin de önemli katkı sağlamıştır. Bir başka deyişle ABD ve AB istedikleri oyunu İran eliyle ve maliyetsiz olarak devreye sokmuştur. Bu durum tüm Ortadoğu’da mevcut dengeleri sarsmış ve Suriye olayı hepten içinden çıkılmaz bir hale dönüşmüştür. Ve daha sonra Rusya’nın da işin içine girmesi sonrası Suriye toprakları cehennemi yaşamaya başlamıştır. Ortadoğu üzerinde ki ameliyat hayli kanlı bir hale dönüşmüştür. Bütün bu hesaplar Özelde Türkiye ama genel de İslam üzerinden yürütülmekteydi. Hesap ve plan büyüktü ve dolayısıyla büyük oran da Sünni katliamı gerekmekteydi. Özellikle de Türkiye’nin Suriye üzerinden Ortadoğu bağı kesilmeli ve yükselen Türkiye hayranlığına sekte vurulmalıydı. Özellikle de Suriye devrimi gerçekleşmiş, Esed indirilmiş olsaydı eğer, ABD ve AB için sonun başlangıcı olduğu tüm batılı teorisyenlerin üzerinde önemle durdukları bir gerçekti. Bağımsız bir Suriye ve başın da Mursi’nin bulunduğu Mısır, Türkiye ile eklemlendiği zaman İsrail için nefes alma zorluğu başlayacaktı. Tüm batının çıkar muslukları kesilecek ve batının İslam coğrafyasında ki hegemonyası da sona ermiş olacaktı. Adeta bir emniyet subapı görevini üstlenmişti İran. Ve bu sadakati de batılı dostlarınca etki alanı genişletilerek taltif edilmişti. En nihayetin de İran eli ile yapılan kaos planı yürürlüğe girmiş ve önemli ölçüde başarılı da olmuştu. Ne zaman ki Türkiye, Suriye topraklarına askeri harekât düzenledi işte o an tüm kartlar yeniden karılmaya başlandı. Hayali bile Türkiye için lüks görülen bu harekât Türkiye devlet ve ordusu tarafından icra edilince oturduğu sanılan taşlar tekrar yerlerinden oynamaya başlamıştı. ABD ve AB, oyuncağı elinden alınmış şımarık çocuk gibi edepsizleşmeye ve bel altı vurmaya başladı. Her türlü kirli oyun devreye sokulmuştu artık. Alman ve İngiliz basının da ki dezenformasyon, Amerika’nın aba altından sopa göstermeleri ve en nihayetin de kredi kuruluşlarında oynanan oyun devam etmekteydi. Ancak yine hesap edilemeyen bir başka önemli etken girdi devreye. Türkiye devlet ve hükumetinde ki muhteşem kararlılık karşısın da şaşkınlık yaşayan batı, bekle gör politikası ile durum analizi yapmaktadır. Tüm tez ve duaları, Türk ordusunun başarısızlığı üzerin de yoğunlaşmaktadır. Ancak ordunun kısa zaman içerisin de önemli başarılar göstermesi ve büyük bir mesafe kaydetmesi sonucun da tüm ABD ve AB şaşkınlık içerisinde bocalama evresine girmiş durumdalar. Elbette ki yapılan bu harekât önemli bir risk barındırmaktaydı. Oluşabilecek en küçük aksaklık büyük bedeller ödenmesine sebep olabilecekti. Batı için ordusu dağılmış, 15 Temmuz gibi dehşet bir ortamdan çıkmış bir Türkiye’nin böylesi bir harekâtı başarması bir kenara gerçekleştirmesi bile mümkün değildi. Ancak Türkiye gerçeği bir kez daha tüm batının yüzünde patlamaktaydı. Türkiye bütün riskleri omuzlamış olarak ‘’ benden bağımsız Ortadoğu haritası çizilemez ‘’ diyordu…!

Gelişen sonra ki süreci ise gelecek yazımıza bırakıyoruz.

23 Eylül 2016 Cuma

NEDEN SEKS

Neden seks sorusuna verilecek yığınlarca cevap var elbette. Ama evvela seks'e dair yanlış bilinenlere kısa bir temasımız olacak. Herkes tarafından bilinen ve yine herkes tarafından dillere pelesenk olmuş bir söylem var; seks yeme gibi içme gibi lavaboya gitmek gibi bir ihtiyaçtır denilir. Oysa yemek yeme, içme, lavaboya gitme işlemlerinden doyumsuz bir tat ve haz alıyorum diyen kimseler olmaz. Ben yer ve içerken tatmin oluyor, haz duyuyorum diyene kaç kişi rast gelmiştir acaba? Seks bir ihtiyaç değildir. Seks ihtiyacın çok daha ötesi, anlamlısı, önemlisi ve gereklisidir. Seks sadece yapmak için yapılır basitliğine indirgenir bir eylem değildir. Seks bireyin sadece kendisini tatmin etmek için giriştiği ve girişmesi gereken bir eylem hiç değildir. Ve seks sadece fiziksel bir tepkime asla değildir. O halde seks nedir ve neden seks? Seks fiziksel bir olgu olmaktan çok, ruhi bir eylemdir. Fiziksel bir eylemden çok psikolojik bir eylemdir. Fiziksel bir tatminden daha çok psikolojik bir tatmin, rahatlama ve sükûnet bulma eylemidir. Kendinizi şöyle bir çek edin, seks yapmadan yatağa girip uyuduğunuz uyku kalitesi ile seks yaptıktan sonra uyumanızda ki uyku kalitenizi çek edin ve aradaki devasa farkın ne olduğunu daha bir anlamış ve içselleştirmiş olacaksınız. Dolayısıyla seks evvela ve mutlaka ruhi ve psikolojik bir eylem ve ruhi bir tatmindir. Gerekli, akıllı, doğru ve empati üzerine kurulu bir seks, her iki tarafında fiziksel ve ruhsal tatmini demektir. Sizin eşinizde ve eşinizin sizde fiziksel ve ruhsal tatmini,eşlerin birbiri ile olan uzaklık mesafesini kısaltacak, ilişkiye bambaşka bir anlam katacak ve tarafları birbirine daha bir mana üzere bağımlı kılacak ulvi bir eylemdir. Seks sadece seks olsaydı eğer, hayvansal bir ortak nokta olması dolayısıyla sadece yemek için yemek, içmek için içmek ve tuvalete zorunlu gitmek gibi basit ve sıradan bir eylem mesabesine düşerdi. Ama seks sanıldığı gibi bir zaruretten kaynaklı, çift olmak değildir. Seks çiftlerin birbirlerine yüklediği değer, anlam, önem ve kıymetin ifadesi ve bu ifadenin en doruk şekil de ispatıdır ve ifade edilişidir.
TÜM BUNLARI EN ANLAMLI, EN DUYGULU VE EN DOĞRU VE EN YOĞUN ŞEKİLDE YAŞAMANIN TEK YOLU, HELAL VE HELAL OLAN ŞEKLİDİR....!

24 Ağustos 2016 Çarşamba

TÜRKİYE VE EMPERYALİZM

TÜRKİYE VE İÇERİSİNDE BULUNDUĞU STRATEJİK DURUM
Türkiye, dört bin yıllık devlet gelenek ve tecrübesine sahiptir. Bir başka deyişle bir deniz ve dehliz gibidir. Kendi iç dünyasında ki çekişmeler, son yıllarda ki batı oyunları sonucunda ki bürokratik yapısında ki kargaşa ve ihanet girişimleri bile bu gerçeğin ortadan kalkmasına yetmemiştir. Bu devlet ve milletin hafızası her an canlı, dinamik ve tarafgirdir.
Bu denli geniş bir tarih ve tecrübeye sahip olan devletin, elbette stratejik kararlar alışında hatrı sayılır bir geçmişi, deneyimi ve devlet aklı hakimdir. Bu sebeple, günümüzün en sıcak konusu olan darbe girişimi, dozu hayli artmış olan terörizm girişimleri, ABD ve AB ülkelerinin takındığı tavır ve tutum da bu aklın süzgecinden geçmiştir ve geçmektedir.Batı şunu bilmelidir ki, tüm bu sancılı dönemler geçer ama yaşanılanlar yine bu devletin aklına nakşedilir elbet...!
Bütün bu hengameler, sorun sarmalı karşısında bile, Suriye topraklarına havadan ve karadan taarruz plan ve eylemi yapan bu devlet, işte o engin geçmişinden beslenmişlik sonucunda girişmiştir.
Elbette her savaş önemli bir maliyet demektir. Elbette önemli risk içeren kararlar manzumesidir. Elbette kazanımlarla beraber kayıplarında olması ihtimal dahilindedir. Ancak, bir konunun altını önemle ve özenle çizmemiz gerekmektedir.
Az evvel de bahsettiğimiz gibi, bin yıllar boyu gibi devasa bir zenginlik sahibi olan bu ülke, tarihinin hiç bir evresinde emperyal bir politika izlememiştir. Zaman zaman basiretsiz, dirayetsiz yöneticiler iş başına gelmiş olsalar bile bu devlet gelenek, anlayış ve inancından yine de esneme olmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılından günümüze kadar geçen süreçte bu iz düşümden sapma göstermemiştir. Ancak, özellikle ve özellikle, one minute girişimi, BM genel kurulda ki dünya beşten büyüktür sözünün en yüksek makamca ve en yüksek sada ile seslendirilmesi sonucu, bu gerçek yüreklere bile nakşolunmuştur. Bu Devletin duruş, tavır ve seslenişleri sadece kendi devlet ve halkının isyanlarını değil, tüm dünya mazlumlarının duygusal tercümanı olmuştur. Bu gerçek sadece İslam coğrafyasında değil, Asya, Afrika ve hatta Güney Amerika ülkelerince bile hakkı teslim edilen bir gerçek konumundadır. Bütün bu altın değerinde ki puanlar bu Ülkenin hanesine yazılmıştır.
Bütün bu altın kazanımlar sonucunda, geniş bir sempati hinterlandı kazanmış olan Türkiye Cumhuriyeti, elbette bu bakiyeden zaman zaman istifade de edecektir. Bu veriler ışığında, sapık ve ucube bir oluşum olan Daeş terör örgütünün, bu ülke sınırları içerisinde uyuyan hücreleri olacakta, hanesi bu denli altınımsı puanlarla dolu bir ülkenin, farklı coğrafyalarda, uyuyan değil, uyanık ve dinamik hücreleri olmasın öyle mi...! ??
Bu sebepledir ki; tüm Orta Doğu Coğrafyasında kara harekatı yapıp en az zaiyat verecek asker yine Türkiye Cumhuriyeti askerleri olacaktır. Bu gerçek o kadar çıplak halde ortadadır ki, bu sebeple ne ABD ne RUSYA burada kara harekatına girişememektedirler.
Daha da ötesi, ne ABD ne RUSYA burada uzun soluklu bir savaşı yürütebilecek konum ve kudrete de sahip değillerdir. Özellikle de ABD, geçmiş kredisini kullanarak bir takım sözlü girişimlerde bulunmaktadır. Bunun adı düpedüz Blöf'tür ve bu blöf görülmüştür...!
Az evvel de bahsettiğimiz gibi, elbette savaşa girmenin, hele hele de kendi sınırlarınız dışın da bir harekat başlatmanın önemli riskleri barındırdığı gerçeğini pas geçmiyoruz.
Ancak, burada bir risk analizi yapacaksak eğer, bu durumun iki ana saç ayağı olduğunu asla göz ardı etmemeliyiz...
1: Savaşa girmeyecek, mevcut koşullara müdahale etmeden zamanın bize ne getirdiğine '' ne çıkarsa bahtımıza '' kumarı ile bakıp hareket edecek
2: Binlerce yıllık tecrübeden hareketle, ya şimdi müdahale edecek, belli bir bedel ödeyerek sonra ki süreçte daha ağır bedellerin önüne geçeceğiz.
Elbette ilk şıkkın düşünülmesi bile ihtimal dahilinde değildir. Zira akıl ve tecrübe haznemiz, birinci şıkkı daha ilk anda eliminize etmemize kaynaklık etmektedir. Zira beklemek demek, kendimizi batının merhametine bırakmak demektir ki, bu durum ise düpedüz intihar eylemi anlamına gelmektedir.
Kendimize hem Devlet ve hem de millet bazında inanacak, güvenecek ve Sırtımızı RABBİMİZE dayayarak risk içeren kararları almaktan da imtina etmeyeceğiz.
Bu harekat, Cerablus üzerinden iç derinlik harekatıdır. Oysa yukarıda uzun uzadıya açıkladığım gibi, risk alacak ve harekatı Fırat'ın Doğusuna da yayarak PYD unsurlarını da sınırlarımızdan bertaraf etme boyutlarına kadar taşımalıyız. Bu durum pek tabi ki daha büyük riskleri içermektedir. Ancak biz problemi geçici bir müdahale ile savuşturmak istiyorsak eğer, bu durum da hiç girişmememiz bence daha mantıklı gelmektedir. Zira sadece Cerablus ve derinlik dışına çıkmayan bir harekat kör ve topal bir harekat demektir ki, bunun aksama ve sancıları kısa zaman sonra mutlaka nüksedecektir.
Bizim harekatı Fırat'ın Doğusuna kaydırmamız sonrası pek tabidir ki ABD ve AB için de homurdanmalar ve hatta aykırı sesler çıkacaktır. Belki bir takım yaptırımlar ile de karşı karşıya kalacağız. Ancak bizim bundan başka seçeneğimiz şu aşamada yoktur. Bu durum tam anlamıyla '' YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE '' düsturunun hayat bulması evresidir.
Eğer sorunlara kalıcı ve kökten çözüm istiyorsak ve eğer güney sınırlarımızı emniyete almak istiyorsak ve sinek değil bataklık hedef alıyorsak, bu harekat mutlaka doğuya doğru evrilmelidir.




11 Ağustos 2016 Perşembe

BÖLÜNMENİN ÖNÜNDE Kİ EN BÜYÜK ENGEL KÜRTLER

BÖLÜNMENİN ÖNÜNDE Kİ EN BÜYÜK ENGEL, MÜSLÜMAN KÜRTLER
Bağımsızlık talepleri, rejime duyulan olumsuz kanaatler ve bunların sonucu olarak baş gösteren ayaklanma ve başkaldırış girişimleri sosyolojik ve tarihi gerçeklerdir. Homojen bir toplumun başkaldırış ve ayaklanma gerekçesi o toplumun kabul değerleri ile örtüştüğü an ayaklanma kaçınılmaz bir hale dönüşür. Bu ayaklanma ve başkaldırışı sebep ve sonuç bağlamın da ele alarak bir analiz yapmak elbette mümkündür. Ancak bu analiz bir yargılamaya dönüşmemektedir. Zira o homojen toplumun değerler silsilesi sizin ki ile örtüşmeye bilir, sizce bu ayaklanmanın sebep ve gerekçelerinin yanlış olması o toplum için geçer akçe değildir. Ayaklanma ve baş kaldırışlar, olayın geliştiği toplumun değer yargılarıyla hareket eder ve enerjisini de bu değerler üzerinden alır. Baş kaldıran ve ayaklanma haline gelmiş bir toplum, kendince bu girişimin altını pekala doldurmaktadır. Zaten aksi halde hareketin toplumsallaşması, blok haline dönüşmesi ve başarılı olması da mümkün değildir. Bu genel geçer kaideleri ortaya koyduktan sonra konuya girişimiz daha bir bütünlük arz edecektir.
Kürtler ve Ayaklanma
Az evvel de bahsettiğimiz gibi '' homojen '' bir toplum değildir Kürtler. Kendi içlerin de çok farklı dini, siyasi ve sosyolojik değerler taşımaktadırlar. Özellikle ülkemiz üzerin de yaşayan Kürtler ‘in kahir ekseriyetinin de Müslüman olduğunu düşünürsek, diğer aykırı fraksiyonlar karşısın da çelikten bir duvar gibi durmaktadırlar.
Elbette Müslüman Kürtler ‘in de sistem ile sorunları, sıkıntıları ve kırgınlıkları bulunmaktadır. Bu bir vakıa olup inkarının da mümkün olmadığı sosyolojik bir vakıadır. Ancak bu durum köklü ve bütünlük arz eden bir kalkışma ve ayrışmaya gerekçe olmamıştır hiç bir zaman. Olmadığı gibi, bölünme ve ayrışmanın da önünde ki en büyük engel olarak durmaktadır. Hala bu ülkenin birlik ve bütünlüğünden yana tavır almakta, hala kendisini bu ülkenin vatandaşı saymakta ve bu durumdan dolayı da mutluluk duymaktadırlar. Bu algı ve duruş Türkiye için paha biçilmez bir değer olmakla beraber, farklı düşünce ve yapılanmaların da önünde ki en büyük set konumundadır.
Ülkenin yapısın da çimento vaziyet ve konumun da bulunan Müslüman Kürtler, Daha bilinçli, daha kalıcı ve daha kuşatıcı politikalar ile takviye edilmeli ve bu denli hassas bir denge rolü üstlenen bu değer manzumesi halk en kısa sürede onure edilmelidirler. Bugün, doğu ve güney doğuda ki farklı yapılanmaların başarısız olmasın da son derece önemli bir etkendir Müslüman Kürt kardeşlerimiz.
Bu durum sadece siyasi iktidarın omuzlaması gereken bir yük değildir. Her Türk Müslümanın da kendi payınca elini taşın altına atması, olaya daha bir uhuvvet ile yaklaşması, daha bir kuşatıcı ve sahiplenici dil ve eylem birliğine girişmesi gerekmektedir.
Saydığımız ve sayamadığımız daha birçok değeri bünyesinde barındıran Müslüman Kürt kardeşlerimiz, bu sebepledir ki aykırı düşünce ve yapılanmaların her zaman hedefin de olmuşlardır.
Farklı ve aykırı yapılanmaların '' ayaklanma'' talep ve istekleri Müslüman Kürtler tarafından hiç bir zaman onaylanmadığı gibi önemli bir set ve engel de teşkil etmişlerdir. Sisteme entegre olmalarının Devlet ve Millet nezdinde hemen hemen hiç bir maliyeti olmayan bu nezih milletin kırık kalbi derhal okşanmalı ve hak ettikleri değer acilen kendilerine takdim edilmelidirler. İster devler ve isterse millet bazında bakacak olursak, bu zümre ile yapılacak her kontak hayati değer ifade etmektedir. Bu devlet ve milletin, Müslüman Kürt kardeşlerimizden mahrumiyeti demek, bir tarafın kırık ve eksikliği demektir. Şuan hala ve hala can yakıcı, baş belası derecesinde bir baş kaldırış ve ayaklanma göremeyişimizi, tekrar ve tekrar Müslüman Kürt kardeşlerimizin varlığına muhtaç olduğumuzu daha bir bilinçli şekil de fark edecek ve atılması gereken adımları da zaman kaybetmeksizin atmalıyız.
Ülkemizin huzur, birlik ve dirliğin de temel taş olan Müslüman Kürt kardeşlerime selam ve dua ile


3 Ağustos 2016 Çarşamba

KONSANTRASYON SORUNU GERÇEKÇİ Mİ ?

KONSANTRASYON SORUNU
Bir bakıma çağımızın ve toplumun her kesiminin önünde ki engel ve sorun gibi algılanmakta ve bu mantık düzlemin de pazarlanmaktadır. Bu pazarlanma sonucun da ise hatırı sayılır bir seviye de alıcı da bulmaktadır kendisine. Alıcı konumun da bulunan toplumun kahir ekseriyetini de kınamıyor ve ayıpsamıyorum. Ayıpsamıyorum zira ; kelli felli psikolog, psikiyatr patentli bir zümre bu mantığı pazarlayınca, kaçınılmaz olarak pazar payı bulacaktır elbette. Oysa konsantrasyon yani odaklanma ne kendisi başlı başına bir sorundur ne de fert planın da böyle bir sorun vardır. Evvela ve mutlaka bu saptamayı yapmamız gerekmektedir. Olayın ve kavramın kendisini bir sorun olarak tanımladığımız an zaten işi daha en başından içinden çıkılmaz bir sorunsal hale getirmiş olmaktayız. Şu durum da konsantrasyon ve ya odaklanamama gibi bir durumu yok sayıp görmemezlikten mi geleceğiz? Elbette hayır ve böyle bir durum su götürmez bir gerçektir. O halde bu durumun sebep ve sonuçları üzerinde biraz fikir ve beyin jimnastiği yapalım.
Unutmamalıyız ki insan sosyal bir varlıktır. Ve her insan kendi yaşadığı aile, yakın çevre ve bölgesinin eğilimleri sonucun da önemli derece de bir şekillenme evresine girmektedir.Ailesinin, yakın akrabalarının, komşu ve arkadaş çevresinin birey üzerin de azımsanmayacak derece de etkinsel bir durum oluşturduğunu özellikle vurgulamamız gerekmektedir. Bu etkileşim; kişinin zevkleri, eğilimleri, etkinlikleri ve en nihayetin de tercihleri üzerin de son derece etkin olmaktadırlar. Bu etki sebebi ile bireyin bir bakıma karakteristik yapısının iskeleti meydana gelmektedir. Hele hele birey ergenlik dönemine geldiği zaman ise bu oluşan iskelet bir bakıma karakteristik yapının ayrılmaz bir parçası haline dönüşmektedir.
Bireyin inançları, nefretleri, eğilimleri ve tercihleri 3 yaşların da başlayıp ergenlik sürecine kadar geçen evrede en belirgin ve en baskın şekilde kendisini göstermektedir. Bu bahsettiğimiz kritik zaman sürecin de çocuklarımız ile olan iletişim de, onun üstlenmesi gereken rolü tayin ederken, kendimiz ile beklentilerimiz arasında ki korelasyona bakma gereği bile duymamaktayız. Çocuğumuza bir rol biçip ve gelecekte de bu tayin ettiğimiz rolün gerçekleşmesini isterken, kendimiz ve ailemizin alt yapısı bu duruma ne kadar elverişlidir diye sorgulama gereği bile duymamaktayız.
İşte tam bu nokta da konsantrasyon sorunu belirginleşmeye başlıyor ve genç ile ebeveyn arasında ki makas farkı giderek genişlemeye başlamaktadır. Zira biçtiğimiz rol ile aile ve çevremiz arasında ki tutarsızlık, daha sonraki evrelerde genç ile ona biçilen rol arasında ki uyuşmazlığın temel kaynağı haline dönüşmektedir. Çocuğundan okumasını, iyi bir bölüm kazanmasını ve sonra ki hayatın da etkin bir konuma gelmesini isteyen anne ve baba, çocuğun büyüme ve gelişim safhasın da '' biz neyiz, neredeyiz, ne kadar okuyor ve bu durumu çocuğa ne kadar aksettiriyoruz'' gibi bir yükün altına girmeksizin direk ve haksız bir beklenti içerisine girmektedirler. Oysa unutulan en önemli etkenin kişinin tercihleri ve kendi tercihlerine olan ciddi konsantrasyon gerçeğidir. Yani insan konsantrasyon eksikliği çekmemektedir. Kişinin kendi zevk ve tercihlerine daha fazla değer yüklemesi ve sonucun da konsantrasyon ve odanlanmasını da bu tercihler üzerine bina ettiği gerçeğidir. Ve yine çocuğun yetenekleri de tercih yapılanmasın da anahtar rol üstlenmektedir. Bütün bu örneklerimizin hülasası olarak; kişinin kendi tercihleri ve bu tercihler üzerinde ki odaklanmışlığını, bizim talep ve beklentilerimiz ile örtüşmemesini bir eksiklik olarak tanımlama yanlışlığında olduğumuzu kabullenmemiz gerekmektedir.
Unutmamalıyız ki: kişinin tercihlerini yetiştirilme tarzı belirlerken odaklanma da bu tercihler üzerinde tezahür etmektedir.

1 Mayıs 2016 Pazar

KAYISI MALATYA KARAASLAN MALATYA KAYISICILIK

KAYISI MALATYA KARAASLANLAR KAYISILARI

Kayısı denilince akla ilk gelen Malatya kayısısıdır. Kalitesi, besleyici özellikleri ve insan sağlığına olan katkıları dolayısıyla Malatya kayısı mührünü vurmuştur adeta. Malatya kayısısı, bu denli çeşitli özellikleri dolayısıyla haklı bir yer kazanmıştır. Ancak, her meslek gibi kayısı sektörünü de istismar eden kişi ve kuruluşları bulunmakta. Çok çeşitli hata, yalan ve yanlışlara kurban verilmiştir güzelim Malatya kayısısı. Karaaslanlar kayısı, gerek kendisine, gerek ürünün kalitesine ve gerekse tüm müşteri kitlesine duymuş olduğu anlamlı saygı dolayısıyla, profesyonel bir hizmet sunmaktadır. Bu anlamlı saygı dolayısıyla, gerek ürünlerin satışının yapıldığı mağazada ki eşsiz güzellik, dekorasyon ve hijyen koşullarına son derece dikkat etmesi ve gerekse de, imalat aşamasında ki hassasiyet dolayısıyla kendisine çok özel bir yer edinmiştir.

Öyle ki; ürünlerin sergi ve satışının yapılacağı mağazanın inşa ve hazırlanma süreci aylarca sürmüş, ürünlerin en doğru ve en sağlıklı şekilde muhafaza edilmesi için gerekli hiçbir özveriden asla kaçınılmamıştır.


PROFESYONEL KAYISICILIK VE MAĞAZACILIK


KARAASLAN KAYISICILIK

Karaaslan kayısıcılık, imalatını yaptığı her ürünü en kaliteli kayısılardan yapmaktadır. Kullanılan tüm kayısılar birinci sınıf Malatya kayısısı olup en sağlıklı ve en steril koşullarda hazırlanmaktadır. İmal edilen bütün ürünler, işlemin başlama ve sonlandırma safhalarına kadar el değmeden ileri teknoloji kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte çalışan bütün personel en steril şekilde giydirilmiş tüm sağlık koşullarına hitap eden şekilde donatılmıştır.






Karaaslan Kayısıcılık
Tüm ürünlerin imalat aşamasını, insana duyulan saygı, ve işletmecilik anlayışına getirdiği yüksek kalite eşliğin de yerine getirmektedir. Bu anlayışladır ki, tüm personel alanın da uzman, tecrübeli ve yıllara dayanan birikim sahibi kişilerden oluşmaktadır. Bütün bu hassasiyet, azami dikkat ve saygı eşliğinde imal edilen ürünler satışa sunulmaktadır. Bütün bunların yanı sıra, Kayısı ve ürünleri endüstriyel sanayide de yerini almış bulunmaktadır. Zira kayısı ve çekirdeğinde ki bulunan bileşimler sayesinde, insan sağlığına dair önemli mineralleri barındırmaktadır. Bu özellikler endüstriyel sanayi de işlenmiş ve çok çeşitli ürünler haline getirilmiştir. Bu ürünler, krem olarak, el ve yüz bakım ürünleri olarak, yara ve çeşitli izlerin tedavisin de kullanılmak üzere imal edilmişlerdir. Yüz, cilt dostu olan kayısı ve çekirdeği bu amaçla adeta birer ilaç konseptine kavuşturulmuş ve sizlere Karaaslan kayısıcılık tarafından tüketiminize sunulmuştur.

KİMYASAL BİLEŞİMDEN UZAK DOĞAL SABUN 






















KİMYASAL BİLEŞİMDEN UZAK DOĞAL BADEM YAĞI




HİÇ BİR KİMYASAL KARIŞIM BULUNMAYAN VE TAMAMEN DOĞAL ÜRÜNLER

GLİSERİN SABUN

DOĞAL ÜRÜNLER REYONU



DOĞAL BAKIM LOSYONLARI




Karaaslan kayısıcılık tarafından satışa sürülen tüm bakım ürünleri, kimyasal karışımdan tamamen uzak, doğal ürünlerden oluşmaktadır. Doğal olmaları dolayısıyla son derece yararlı ürünler olmalarının yanı sıra hiçbir yan etkisi olmayan ürünlerdir. Bu sebepledir ki gönül rahatlığı için kullanacağınız bir ürün zenginliğidir.

KARAASLAN KAYISICILIK

Ürün imalat ve tasarımında da son derece önemli bir yerde bulunmaktadır. Özenle ve altını çizerek ifade ettiğimiz gibi, uzman kişiler tarafından ve ileri teknoloji eşliğinde imal edilen tüm ürünler, yine uzman kişilerce tasarımı yapılmakta ve paketlenmektedir. Bu tasarım sayesinde birbirinden güzel, çarpıcı ve özel paketleme sistemleri ile sizlerin hizmetine sunulmaktadır. Ürünlerin kalitesinin yanı sıra, göz alıcı tasarım ve paketleme sistemleri sayesinde muhteşem görsellikte ürünler meydana gelmektedir. Bu durum, gerek tadına doyulmaz ürünlerin ortaya çıkmasına ve gerekse de göz alıcı muhteşem ürünlerin ortaya çıkmasına kaynaklık etmektedir. Bu muhteşem görsel şölen haline dönüşmüş paketlenmiş ürünler, en güzel hediye konumuna dönüşmektedir. Verilebilecek en güzel hediyelerin en başında, Karaaslan Kayısıcılık ürünleri gelmektedir. Gönül rahatlığı ile tüketimini yapacağınız ve görsel şölen haline getirilmiş zengin ürün seçeneklerini hediye olarak sunabilmektesiniz.


BİRBİRİNDEN ÖZEL VE GÜZEL TASARIMLAR



BİR BAŞKA GÜZEL TASARIM ÖRNEĞİ



KARAASLAN KAYISI PEKMEZİ VE TAHİN

Karaaslan Kayısı ve ürünlerinde ki muhteşem bileşenler dolayısıyla insan dostu ürünlerdir. Vücut direncimiz, bağışıklık sistemlerimize katkısı, sindirim sistemlerini düzenleyen özelliği, kan şekeri ve kalp dostu bir üründür. Bu muhteşem özellikler çok çeşitli şekiller de sizlerin tüketimine sunulmuştur. Bunlardan bir tanesi de pekmez ve tahin bileşimidir.



KARAASLAN KAYISICILIK

Bütün bu sıra dışı özel ürünler, Türkiye'nin tüm illerine satış ve hizmeti de yine Karaaslan Kayısıcılık Firmasının hizmet garantisi ile verilmektedir. Tüm siparişleriniz aynı gün kargoya verilmekte, en hızlı ve en özel şekilde sizlere ulaştırılmaktadır. 100 tl ve üzeri alış verişlerinizde kargo ücreti firmaya aittir. Satışlarımız toptan ve perakende bulunmaktadır. Toplu talepleriniz değerlendirilmekte, en kısa zaman da çıkarılan fizibilite raporu sizlere sunulmakta ve onayınız verildikten hemen sonra talep ettiğiniz ürünlerin hazırlanma aşamasına geçilmektedir. Bütün ürünlerimiz son derece seçkin tasarımlar halin de sizlere sunulmaktadır. Yine sizlerin kendi tasarımları var ise siparişleriniz de sizlerin istediği tasarımlara halin de hizmetinize sunulmaktadır. Toptan kuru kayısı ve çekirdek teminimiz de mümkündür.
İLETİŞİM
MURAT KARAASLAN
MERKEZ İNÖNÜ CADDESİ BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ YANI SANAT SOKAK NO: 3 / C MALATYA
FABRİKA: GÖZTEPE MAHALLESİ AKGEYİK CADDESİ NO: 2 / 2 İŞGEM / MALATYA
0535 762 22 66
FIRAT VERGİ DAİRESİ: 265 102 409 10

6 Nisan 2016 Çarşamba

FİRMA TANITIM VE REKLAM KAMPANYASI

VİZYON FİRMA REKLAM VE TANITIM
Tüm firmaların, tüm iş kolu ve üretim sahalarının sosyal medya üzerinden tanıtım ve reklam organizasyonu yapmaktayız. Reklam anlayışımız, alışıla gelmiş ve klasik yöntemlerden tamamen uzak ve orijinal bir tanıtım organizasyonudur.
Evvela firmanıza dair; çalışma sistematiğini, vizyon ve misyonunu, üretim anlayışını, kapasite ve kalitesini konu aldığımız detaylı ve çarpıcı bir makale kaleme alıyoruz. Makalemiz de firmanızı, sizlerin bile takdirini kazanacak özel bir yazım tarzı ile ifade ettikten sonra, hizmet ve ürünlerinize ait beş ya da daha fazla fotoğraf karesini makalemize orantısal olarak dağıtıyoruz. Hazırlanan bu makale sizlerin beğenisine sunuluyor ve sizlerin onayı alındıktan sonra, tam üç platform ( twitter, facebook ve kendi özel sitemiz ) da eş zamanlı olarak yayına sokuluyor. Minimum 200 bin insana ulaşma garantisi vermekteyiz. Başlattığımız yeni Kampanyamız dolayısıyla son derece cazip bir fiyat aralığın da vermekteyiz bu hizmeti. İlgilenen ve bilgi almak isteyenlerin irtibata geçmesi halin de detaylı bilgi verilecektir
Mail: a.guzelturan@gmail.com


30 Mart 2016 Çarşamba

MEZAR YAPIM İŞLERİ

MANEVİ DÜNYAYA KÜÇÜK BİR YOLCULUK






Evet, çok çeşitli yolları mevcuttur bu dünyaya yolculuğun. Lakin en te
mel ve en etkin yolların başında ise, Kabirlerimiz ve kabir ziyaretlerimiz gelmektedir. Ölümü hatırlamak, ölümün bizlerden uzak olmadığı inanç ve bilincini canlı tutmak adına son derece önem taşımaktadır kabir ziyaretleri. Bütün bu girişimler bir bakıma buhran içerisinde ki ruh halimize bir sükûn kazandırma ve bir dinginlik işlemidir. Bu bakımdan önemli bir yolculuktur..






Yine, manevi dünyamızdan iz ve kesitler barındırıyor ve taşıyor olması dolayısıyla, daha bir özen gösteririz kabirlerimize. Bakımı, temizliği bizim için ayrı bir önem taşımaktadır. Zira, ziyaretinde bulunduğumuz kişiler, ağırlıklı olarak birincil organik bağımız olan kişilerdir. Annemizdir, babamız, kardeşimizdir, ağabeyimiz. Eşimizdir ve ya evladımız. Amcamızdır, dayımızdır velhasıl dostumuz ve sevdiğimiz kişilerden oluşmaktadır ziyaretini yaptığımız kabirdekiler.



O çok sevdiklerimize ait olan kabirlerin temizliğinin yanı sıra, biraz daha güzel, biraz daha özel, biraz daha göz ve gönle hitap eden bir yapıda olmasını isteriz her zaman. Bu anlam da çoğumuzun da çeşitli girişimleri olmaktadır. Kabir yapımı, yapılan kabirlerde ki şık ve estetik olmasına dikkat etmek bunlardan bazılarıdır. Aynı zaman da kabrin başında bir ağacın olmasına, güzel kokulara kaynaklık eden çiçeklerle donatılmış olmasına da ayrıca anlam ve değer yüklemekteyiz.
İşte bizim için bu denli önemlidir kabirlerimiz. Bir bakıma ziyaret ettiğimiz annemiz, babamız, eşimiz ve çocuklarımız ile baş başa kalıp dert ve özlemlerimizi paylaştığımız mekanlardır. Gidemediğimiz, vakit ayıramadığımız zamanlar ise, acı bir burukluk ve duygusal yorgunluk kaplar bizleri. Bu sebepledir ki kabirlerin güzel görünümü bir bakıma bizlere vicdan rahatlığı sağlamakta ve bir tutam huzur bulmamıza zemin hazırlamaktadır.


BÜTÜN BU ÖZEL DURUMLARI YAŞAMANIZA VE AİLE FERTLERİNİZİN KABİRLERİNE DAİR ÖZEL TASARIM MEZARLIKLARIN İMALATI, BAKIM VE ONARIM İŞLERİ ÖZEN VE İTİNA İLE YAPILMAKTADIR
BU ALAN DA YILLARA DAYANAN ENGİN TECRÜBE, ALANIN DA UZMAN EKİP ÇALIŞMASI VE SON DERECE KALİTELİ MALZEMELERİN KULLANIMI DOLAYISIYLA BİRBİRİNDEN GÜZEL MEZAR YAPIM İŞLEMİ GERÇEKLEŞTİRİLMEKTEDİR.

İLETİŞİM : LÜTFÜ DALBAY
0536 654 19 93





20 Mart 2016 Pazar

FİRMALARA DAİR GELECEK VİZYONUMUZ

VİZYON VE GELECEK...
Her firmanın amaç ve hayali, gelecek süreçte daha etkin, daha geniş bir taban ve kitleye hitap etmektir elbette. Bu durum, her ne kadar üretim ve hizmet kalitesi ile alakalı ise de bir o kadar  kendinizi nasıl ve ne kadar doğru, etkin ve çekici ifade ettiğinizle de alakalıdır. Çok kaliteli bir ürün imal ediyor olabilir veya sıra dışı bir hizmet anlayışına sahip olabilirsiniz. Bu özellikler elbette yabana atılır durum değildir. Ancak burada ki anahtar rol, kendinizi ve ürününüzü ne denli sarsıcı ve çarpıcı şekilde tanıttığınız ile alakalıdır. Şayet bu yeti ve özellikten mahrum iseniz veya reklam ve tanıtıma dair yaklaşım tarzınız amatör ve yetersiz ise, bu durumda üretim ile hizmet kalitenizde anlamsız ve önemsiz olacaktır.
İşte bizim yola çıkış amacımız, sizleri daha öte kategori ve klasman ile tanıştırmak, Vizyoner bakış açısı ile, daha ötelere ulaşabilmenin zor ve imkansız olmadığı bilinci ile donatmaktır.
Bu amaçla; firmanız ve ürettiğiniz ürünlerinizi ya da hizmet anlayışınızı önemli bir makale ile tanıtmak, vizyon ve misyon sahibi bir kuruluş olduğunuzu, bu tanıtıcı makalemiz ile ön plana çıkarmaktır. Makalemiz bu anlamda son derece çarpıcı bir şekilde yazılacak. Ürünleriniz, firmanızın konumu ve özelliklerini içeren bir kaç kare fotoğraf ile kombine edilecektir. Resimler, çarpıcı makale eşliğinde bir bütün haline getirilecektir.Bu özel tanıtım ve reklam metnimiz hem kendi Blog sitemizde hem Twitter üzerinden ayrıca facebook üzerinden bir ay boyunca devamlı yayını yapılacaktır. Bütün bu girişimler sonucun da, firmanız ve ürünleriniz adına hazırladığımız bu reklam ve tanıtım çalışması ortalama 10.000 kişinin izlenimine sunulmuş olacaktır. Bu verdiğimiz rakam ise, en az değerleri ifade etmektedir. Zira bir ay boyunca ve sürekli güncellenerek verilen bu tanıtım, bir ay sonucun da çok daha fazla kişinin dikkatine sunulmuş olacaktır.

1: http://turanguzel.blogspot.com.tr/ sitemizin günlük ziyaretçi sayısı ortalama 750 kişi ile 1300 kişi aralığındadır.

2: aynı tanıtım yazısı, www.facebook.com üzerinden eş zamanlı olarak yayına sokulacaktır. Yine bu site üzerinden bünyemizde bulunan elemanlar eşliğin de beğeni ve yorumlara tabi tutulacaktır. Her personelimizin ortalama 1000 ila 1500 kişi takipçisinin bulunduğunu hesaba katarsanız, ulaşım kitleniz yine minumum 15.000 kişiye karşılık gelmektedir.

3: Twitter üzerinden de eş zamanlı devreye sokacağımız tanıtım ve reklam makalemiz burada da yayına sokulacaktır. Yine burada da binlerce takipçimiz bulunmakta ve yine burada da binlerce kişinin bilgi ve ilgisine sunulacaktır.

AMAÇ : Firmanızı hem yerel unsurlar ile daha tanınır hale getirmek ve özellikle de ulusal düzlemde  tanınılırlığını ve kulak aşinalığı seviyesini daha üst seviyelere çekmektir. Bu amaçla firmanızı sadece yerel unsurlar ile sınırlı tutmamak, daha genişleyebilir, büyüyebilir inanç ve vizyonu ile Ulusal düzleme taşımaktır.

17 Mart 2016 Perşembe

KUMAR FELAKETİ


Kumar Oyunları
Kumar, bir bakıma akla, emeğe, bilgiye hakaret etmek gibidir. Ucuz ve kolay yoldan paraya ulaşabilme güdüsü sebebiyle yukar da saydığımız tüm değerlere bir bakıma küfretmek ve hakaret etme anlamına gelmektedir. Tüm bunlara rağmen, kumar kime yaramış ve kime huzur vermiş bir eylemdir ki? Kumarda kazanmak hem imkânsız ve hem de yaşamın kendi döngüsü ile çelişen bir durumdur. Kumar Oyunları bir kazanç kapısı değildir. İnsan alışkanlıklarının kurbanı olmuşluğunu, bir kazanç kapısı inancına dönüştürmüş ve dolayısıyla kendisini ve bu yanlış eylemi eleştirmekten kaçınmıştır. Oysa kumar kişinin kendisi ile birlikte ailesinin, aile yaşamının ve hatta toplumsal tüm değerlerin ölümüne yol açan bir eylemdir. Ne güzel söylemiş, '' Kumar Söndürür '' diye...
Düşünün ki, öldürme kelimesi kullanılmıyor, söndürülme kavramının kullanımı ise olayın vahametini ortaya koyması açısından son derece çarpıcıdır. Yaşarken sönmek ne hazin bir durumdur. Varsınız ama yoksunuz. Yaşıyorsunuz ama sönmüş bir haldesiniz. Yaşıyorsunuz ama bu sönmüşlükten hareketle karanlıklar içerisinde, umut ve heyecanı tükenmiş, sosyal ve psikolojik bir buhran içerisindesiniz. İşte kumar denilen illet ve melanetin size kazandıracağı (!) şey bunlardır. Ara sıra, adeta damağa bir parça bal sürülmesi misali küçük kazanımlar kişiyi kumara bağımlı hale getirmektedir. Oysa sonra ki süreçlerde kayıpların büyüklüğü insanın her anlamda ki sonunun başlangıcı gibidir adeta. Bitmek, tükenmek ve üstelik her anlam ve alan da bir tükeniştir bu durum. Zira kaybetmenin ve kayboluşun bir limiti de yoktur. Nakit paranızı, gayri menkullerinizi, işinizi, evinizi, sağlığınızı, geleceğinizi, toplumsal statü, şeref, haysiyet ve....!
İşte kumar denilen sanal zevkin insan oğluna bu devasa kayıplardan başka verebileceği zerre kadar bile bir artısı bulunmamaktadır. Bu eylem gerek dinsel gerek sosyal ve gerekse hukuki açıdan olumsuz bakılmış, yasaklanmış ve irreti olarak tanımlanmış bir eylemdir. Tüm bu olumsuz bakışların geri planı ve alt yapısı tahlil edildiğinde görülecektir ki arkasında son derece büyük yıkımlara sebep olduğu gerçeğidir. Yıkımın, tükenmişliğin ve dahi sönmüşlüğün en temel gerekçesi kumar eylemidir. Bu eylemden ve bu bağımlılıktan bir an evvel kurtulmalı ve hayat ile yaşam arasında ki o değerli anlara tekrar dönülmelidir. Gerekiyorsa tıbbi destek alınmalı ve uzman kişilerden yardım istenmelidir. Zira mutlak bir gerçek vardır ki, Kumar = sönmüşlüktür



  

16 Mart 2016 Çarşamba

ÇARPIK BACAKLARIN AMELİYATI MÜMKÜN MÜ ?

Çarpık Bacak Ameliyatı
Çok çeşitli sebeplere bağlı olarak baş gösterebilir bir rahatsızlık durumudur. Bunların en başında ise, doğumla gelen kemiksel asimetrik durum, kazalara bağlı durumlar ve yağlanma da ki tutarsızlıklar bu rahatsızlığın en başat faktörleridir. Ancak sebep her ne olursa olsun, yapılan Çarpık Bacak Ameliyatı ile bu soruna etkin çözümler sunulmaktadır. Yapılan operasyon işlemin de kemik dokusuna kesit uygulanmaması dolayısıyla hastanın aynı gün taburcu edilebilme imkanı sunmaktadır. Aşırı bir çarpıklık ve asimetrik bir durum yok ise tek operasyon yeterli olmaktadır. Yapılan işlem yağ transferi işlemidir. Bacaklarda ki orantısız yağ dağılımına yapılan operasyondur. Aşırı yağlanma olan bölümden alınan yağlar, hava ile temas edilmeksizin diğer bölgeye enjekte edilmektedir. Hava ile temas edilmemesi dolayısıyla canlılık ve dinamizmini koruyan yağ, enjekte edilen bölgeye çabuk uyum sağlamakta ve sonucun da şık, estetik bir bacak görünümü kazandırılmaktadır. Bu durum sebebi ile halkımızın dilinde olan '' sütun gibi bacaklar '' gerçeğe dönüştürülmektedir. Çarpıklığın bariz olduğu bölgeye uygulanan takviye dolayısıyla alt ve üst bacaklarda ki orantısızlık ortadan kaldırılmakta ve her iki bölüm arasında ki uyum sağlanmaktadır. Bu durum sonucunda, şık ve estetik bir görünüm kazanmanın yanı sıra, yürüme ve hareket kabiliyetinde de ciddi artışlar sağlanmaktadır. Çarpık Bacak Ameliyatı sonrasın da komplikasyon oluşma durumu adeta sıfır bir düzeydedir. Dolayısıyla tüm hastalarda uygulanabilir bir özellik arz etmektedir. Bütün bu olumlu durumlar hastanın tüm ilişkilerine önemli pozitif katkılar sunmakta, kendisi ile olan kavgasına son vermekte ve tüm ilişkilerine bambaşka bir boyut kazandırmaktadır. Operasyonun bitmesiyle birlikte aynı gün taburcu edilen hasta, hızlı ve konforlu bir iyileşme süreci geçirebilmektedir. Operasyonun bitiminden kısa bir müddet sonra taburcu edilecek hastanın yağ alınan bölgeye korse takılıp yağ enjekte edilen bölgeye ise varis çorabı giydirilmektedir. Bu giyim tarzı, taburcu edildikten sonra ortalama üç hafta boyunca uygulanması istenmektedir. Olumsuz bir durumun yaşanma imkânı adeta yok gibidir. Ancak uygulanan giyim tarzını çıkarma işlemi uygulanmasından evvel, son bir doktor kontrolünden geçirilmekte fayda vardır. bu kontrol sonrası yine doktor kontrol ve iznine bağlı olarak korse ve varis çoraplar çıkarılmalıdır.



EPİDURAL DOĞUM NEDİR ?

Ağrısız Doğum/ Epidural doğum
Günümüz tıp dünyasında ki hızlı gelişimler, haliyle çok çeşitli alternatifleri de hizmetimize sokmuş durumda. Bu alternatiflerin hayatımıza girmesi dolayısıyla, hastalıkların teşhis, tanı ve tedavisi hem daha hızlı yapılmakta ve hem de tedavi süreci daha olumlu ve daha sıkıntısız geçmektedir. İşte bu özel imkânlardan birisi de, Ağrısız Doğum, bir başka deyişle Epidural Doğum olarak gündemimize girmiş bulunmaktadır. Epidural anastezi doğum, ağrı ve sızıdan uzak ve son derece rahat bir doğum yapabilme imkânı sunmaktadır. Epidural Doğum hem normal doğum ve hem de sezaryan doğum da rahatlıkla kullanılabilen bir yöntemdir. Doğum sürecinde karşılaşılan sancılar iki kısma ayrılmaktadır. Birinci kısım, duygusal ağrılar kısmıdır ki, bu durumun sebebi korku ve bilgisizlikten kaynaklanan ağrı çeşididir. Doğum ile ilgili ciddi bir eğitim alınması sonucun da bu tür ağrıları ciddi olarak ortadan kaldırmak mümkündür. ama eğitimin en önemli katkısı, daha bilinçli bir doğumun gerçekleşmesini sağlamakta ve anne adayının olası ağrıları yönetebilme becerisi kazanmaktadır. Doğum ağrılarının ana nedeni ise, doğuma bağlı fonksiyonel ve işlevsel sancılardır. Bu bölgede bulunan sinir duyularının harekete geçmesi sonucun da, rahim kasılmaları, rahim kanalının açılmasına bağlı olarak bebeğin aşağıya doğru gelişi ve doğum sonrası tıbbi girişimler ağrıların diğer nedenleri arasındadır. Epidural anestezi, vücudun belirli bölgesine yapılan ağrı uyarılarını bloke eden bir anestezi yöntemidir. Hem normal doğum esnasın da ve hem de sezaryan doğumlar da rahatlıkla kullanılabilmektedir. Doğum bölgelerine yapılan anestezi uygulaması sonucun da hasta, bir müddet bacaklarını hissedemez ve oynatamaz bir duruma gelmektedir. Bu işlem dolayısıyla, ağrının oluşabilecek bölge ile beyin arasında ki iletişimi keserek acı duyulmasını önleme girişimidir. Epidural anestezinin avantajları başlıca şöyle sıralanabilir. Doğum sancılarının giderilmesi sağlanmakta, genel anesteziye oranla daha az risk taşımakta, anne adayının bilinci açık olduğu halde sezeryan sırasın da doğuma katılabilmekte ve ameliyatın hemen bitimiyle birlikte bebeğini kucağına alabilme imkânına kavuşmaktadır. Uygulama zamanında ki doğruluk, normal doğumun daha hızlı ve daha sağlıklı ilerlemesi ve sonuçlanmasına imkân vermektedir. Bütün bu özel imkânlar dolayısıyla en çok tercih edilen doğum, Ağrısız doğum yani Epidural doğum yöntemidir.





HİSSE SENEDİ NASIL ALINIR ?

Hisse senedi nasıl alınır 
Evvela ve mutlaka belirtmemiz gereken ve bilinmesi gereken bir konu şudur ki: Bis hisse senedi almak istediğinizde, alacağınız şirket mutlaka ama mutlaka sermaye piyayası kurulundan izinli bir şirket olmalıdır. aksi bir durum da hiç bir firma hisse satışı yapamaz. Şayet siz böyle bir firmadan hisse almış iseniz yaptığınız bu işlemin hukuki hiç bir değeri olmadığı için, çıkabilecek sorunlar karşısında hiç bir hukuki hakkınız da olmayacaktır. O sebepledir ki bu önemli duruma son derece dikkat etmelisiniz. Hisse Senedi Nasıl Alınır? sorusuna cevap verecek olursak, bu işlemi iki türlü yapma imkanına sahipsiniz.
1: İnternet üzerinden almak
2: Bizzat firmaya giderek satın alma işlemi gerçekleştirmek
Son yıllarda en çok tercih edilen yöntem, internet üzerinden alış ve satış işlemidir. Bu işlem zaman ve emek bakımından son derece önemli imkan ve kolaylık sağlamaktadır. Bu sebepledir ki en çok tercih edilen yöntemdir.
Birçok bankanın internet bankacılığı hisse senedi alımı için fırsat vermektedir. Hisse senedinin tane başına bir fiyata sahip olması sebebi ile paranızın yettiği kadar hisse alabilir ve yatırım yapabilirsiniz. Özellikle döviz ve dolar alan yatırımcıların çok sıklıkla tercih ettiği internet bankacılığı böylesine bir işinde yapılmasına olanak sağladığı için birçok kimse tarafından sıklıkla tercih edilmektedir. İnternet üzerinden alış veriş durumu da yine iki seçenek üzerinden devam etmektedir. Birincisi, internet bankacılığı kullanılarak yapılmaktadır. zira her bankanın kendi portföyün de hisse senetlerinin alım ve satım ünitesi bulunmaktadır. Çalıştığınız bankanın size sunduğu bu seçeneklerden birisinin hisse senetlerini alabilir ve satabilirsiniz. İkinci seçenek ise, yine internet üzerinden faaliyet gösteren şirketler aracılığıyla alım ve satım işlemi yapabilmektesiniz. Eğer, neden internet üzerinden böyle bir girişimde bulunayım diye bir endişe ya da soru kafanızı karıştırıyor ise, ona da şöyle cevap verelim. Hisse senetleri anlık artmakta ve anlık düşüşler yaşamaktadır. Yani bir gün içerisin de alma ve satma durumu ile karşılaşma durumları yaşayacağınızdan, internet koşulları bu imkanlara sahip olması dolayısıyla özel bir avantaj sunmaktadırlar.




ÇOCUKLARDA ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ

Çocuklarda Öğrenme Güçlüğü Nedenleri Nelerdir.
 Öğrenme güçlüğü çeken çocuklarda, kendini beceriksiz sanma ve yeteneksiz ve başarısız sanma hissiyatına sebep olmaktadır. Bu durum fark edildiği anda derhal profesyonel bir destek alınmalı ve gerekli tüm girişimler yapılmalıdır. Organik ve biyolojik bir nedene bağlı olmaksızın baş gösteren bir sorundur. Kendisini ifade edebilme zorluğu, el becerilerini kavrama yetersizliği, anlatılanları pratize edebilmede eksiklik ve yazım, çizim gibi konuları kavrama da eksiklik gibi göstermektedir kendisini. Öğrenme bozukluklarının %80 oranında göründüğü durum okuma bozukluğu olarak görülmektedir. Bununla beraber, yazma, okuma ve matematik (disleksi) alanlarında da kendisini gösterebilmektedir. Çocuklarda Öğrenme güçlüğü Nedenleri nelerdir sorusuna cevap olarak, sebep olan etkenler henüz tam olarak tespit edilmiş bir durum değildir. Ancak yapılan son araştırmalar göstermektedir ki, öğrenme bozukluklarının başlıca sebepleri arasında genetik sorunlar, çevresel aktörlerdir. Aynı zaman da anne adayının hamilelik sürecinde yeterli ve doğru beslenmemesi, bilinçsiz ilaç kullanımı, doğum esnasında ki karşılaşılan zorluklar, doğum esnası ve sonrasında yeterli oksijen alamama gibi başlıca nedenler, öğrenme güçlüğünün oluşmasında başlıca etken sebeplerdir. Bu durumun görüldüğü çocuklarda, ailenin bilmesi gereken en önemli durum, çocuğa dikkat kesilmeyi, dikkatin önemini bilinçli şekilde vurgulama ve öğretim sürecidir. Bu anlam da, farkındalık bilincine vurgu yapılmalı ve farkındalığın anlam ve önemi çocuğa aşılanmalıdır. Zira farkındalık ve dikkatten yoksunluk, beraberinde  öğrenim sorunlarına kaynaklık edecektir. Bu sebepledir ki, çocuğa birincil öğretilmesi gereken faktör, yapılması istenilen bir iş ve eylem üzerinde durması, düşünmesi ve sonra eyleme geçmesi gerektiğidir. Yani, dur-düşün-yap denklemine özenle dikkat edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, bir sonuca ulaşmak evvela  sürece dikkat etmekle mümkündür, sonuca giden süreçte dikkatsiz ve özensiz geçirilen süreç, doğru sonuca gitmenin önünde ki en büyük engeldir.



7 Mart 2016 Pazartesi

DOĞRU MİKTARDA KALORİ ALIYOR MUYUZ ??

DOĞRU MİKTARDA KALORİ ALIYOR MUYUZ ??
herkesin kalori ihtiyacı kişiden kişiye değişmektedir. Kişinin harcadığı kalori miktarı aynı zaman da ihtiyaç duyduğu miktarı da göstermektedir. Burada ki orantı da her hangi bir düzensizlik ya da dengesizlik olunca haliyle kalori dengemizde de sapmalar oluşacaktır. eğer aldığımız kalori miktarı harcadığımız miktardan fazla ise elbette kilo problemlerimiz baş gösterecek demektir. şayet durum tersi ise bu durum da zayıf kiloya sahip olacağız demektir . dolayısıyla bu durumun ana temasını kişinin kendisi belirlemektedir. Burada ki en başat iş derhal kendi kalori limitimizi saptamaktır. Yaşımızı, boyumuzu, kilomuz ve günlük kalori harcama potansiyelimizi doğru şekilde saptamak zorundayız. Unutmamalıyız ki bu saptama ne kadar doğru olur ise sağlığımız da aynı oran da sorunsuz bir seyir izleyecektir. kalori alım ve harcama opsiyonumuz ortalaması 200 ila 400 kalori aralığın da olmalıdır. Bu aralık doğru ve ideal olan aralıktır. Burada ki sapmalar devasa sorunlar oluşturacak demek değildir . 200 ila 400 kaloriden fazla almamız aynı kaloriyi harcadığımız sürece büyük problemler oluşturmayacaktır elbette. Ama ortalama alım ve harcama koşullarımız bizleri bu aralık içerisin de tutmamızın daha sağlıklı kiloya sahip olacağımız noktasın da ciddi doneler sunmaktadır. yeme ve içme rejimimizi ve bunların ortalama seyri sonucun da aldığımız kalori miktarının toplamının tespiti harcamamız durumunda ki ciddiyeti bize vereceğinden önemli bir işleve sahiptir . zira ne kadar aldığımızı bildiğimiz oran da ne kadar vermemiz gerektiğini de kolayca saptamış olacağız.
DOĞRU VE YETERİ MİKTARDA KALORİ ALMAK HAYATA ANLAMLI VE SEVİNÇLE BAKMAMIZI SAĞLAYACAKTIR...


MEYVE DİYETİ FAYDALI MI ?

SAĞLIĞIMIZ İLE MEVYE DİYETLERİ ARASINDA Kİ KORELASYONA
sadece meyve yiyerek zayıflama girişimi hem son derece sağlıksız ve hemde son derece yanlış bir duyum veya inançtır.zira meyveler ağırlık olarak karbonhidrat ürünlerdir .oysa vücudumuz pretin , yağ ve karbonhidrat bileşimini yeteri miktarda almadığı zaman  bu durum vücudumuzun çalışma sistematiğin de ciddi arzılara ve tedavisi hayli zor olan görme bozukluğu , körlük ,  kalsiyumdan mahrum kalan kemik direncinde ki düşme sonucun da kemik erimesi tırnaklarda dayanım gücün de düşüklük ve dolayısıyla kırılmalar ve kanama bozuklukları gibi hastalıkları doğuracaktır.
Örneğin kilo probleminiz var ve bu problemden kurtulmak için sadece meyve diyeti yaptığınızı varsayalım . bu diyete sıkıca bağlısınız ve meyve tüketim miktarınızın da düşük olduğunu kabul edebilim . Bu durum da tartıldığınız da kilonuz da bir düşme olduğunu görmeniz mümkün . ancak verilen kiloların sizin için hayırlı olduğunuzu düşünüyorsanız büyük yanılgı içerisindesiniz. Zira verdiğiniz kilolarınız yağ katmanlarınızdan değil kaslarınızın kaybından dolayıdır . bu durum da yine baş dönmeleri , kansızlık , hafızaya bağlı unutkanlıklar ve bayılmalar gibi ciddi problemlerle karşı karşıya getirecektir sizleri .unutmamalıyız ki vücudumuz komplike bir yapıya sahiptir ve dolayısıyla aynı karışıma karşın gereksinim duyar . bu gereksinimlere kulak vermeli ve karşılamalıyız . kilo vermemizde ki en temel öğe neyi yemek neyi yememek değildir . herşeyi yemek ama herşeyden yeteri kadar yemektir... 


HAYATLA NASIL BARIŞIRIZ..!

HAYATLA BARIŞMAK
insan kendi  yaşamını ya kendisine mutluluk kaynağı yada zehir eden en ilginç varlıktır. Her iki durum da kişinin kendi ellerindedir. Ya kendimiz ile barışacak hayatın tadını ala ala yaşayacağız ve ya hayatın her anını kendimize zehredeceğiz. Pek tabidir ki herkesin istediği ve mutabık kalacağı durum hayatla barışık olmaktır. herkesin kendisine mutlak ve öncelikle sorması gereken en temel soru şudur ; hayatla neden kavgalıyım sorusudur . Eğer kavga nedenimizi saptayamamışsak barışmamız da o denli olanaksız hal alacaktır. Bilinmesi gereken en önemli etme, hayata kavga etmek için değil , yaşamak için geldiğimizdir . evvela şartlarımızı iyi tespit etmeliyiz. Kimiz, neyiz ve madden manen hangi imkan ve koşullara sahibiz. Bütün bunları iç çekmeden hakkı ile teslim etmeliyiz . bu teslim ediş beraberin de teslim olmamızı ve kanaatkar olmamızı sağlayacaktır. Çünkü bütün kavgalarımızın en temel gerekçesi sahip olduklarımız ile yetinmeyişimizdir. her şeyin en iyisine , en güzeline en değerlisine sahip olma arzu ve güdüsü bizleri daha hırçın daha agresif yapmaktadır. Önü alınamayan bu hırçınlık istenilen hedefe ulaşamadıkça katlanarak devam edecektir. Sonucun da kendi ellerimizle büyüttüğümüz bu hırs durdurulamaz bir hal alacak ve hayatla, yaşamla ve kendimiz ile kavgamızı dayanılmaz boyutlara taşıyacaktır. Oysa HAYATLA BARIŞMAK kişinin sahip olduklarıyla yetinmesi ile mümkündür. imkan ve koşullarımızı fark ettiğimiz oran da koyduğumuz hedefler o denli reel hedef olacak ve onlara ulaşmakta daha kolaylaşacak ve HAYAT BİZE BİZ HAYATA DAHA ANLAMLI BAKACAĞIZ 


CİNSELLİKTE SUÇLULUK HİSSİ...!

CİNSELLİKTE SUÇLULUK HİSSİ

Cinsellik, ancak ve ancak yine kendisinin yaşanması ile karşılık bulacak olan, alternatifi yine kendisi olan özel bir eylemdir. Bu denli özel, anlamlı olan bu eylem, toplumun tabusal bakışları dolayısıyla konuşmak ve bilgilenmek adına bile olsa girişimde bulunamadığı bir alandır. Oysa cinselliğe dair yeterli bilgisel ve donanımdan eksik olmaları dolayısıyla nice evlilik ve yuvaların yıkıldığı artık saklanamaz bir gerçektir. Cinsellik, her ne kadar fiziksel ve ruhsal bir tepkimenin doğal dürtüsü olsa da, bu dürtü ve ihtiyacın gereksinimi de aynı derecede bilgisel boyuta gebedir. Zira tatmin olmak kadar tatmin etmekte sexüel ilişkinin olmazsa olmazıdır. Tatmin etmek ve edilmek her iki tarafın yeterliliği ile mümkündür. Taraflardan birisi bu yeti ve özelliklerden mahrum kalınca, bu durum ilişkinin her boyutuna aksediyor olacaktır elbette. Ve bu sorun devam ettiği oran da ilişkiler sarpa saracak ve sebep olan tarafta ciddi suçluluk duyguları oluşmaya başlayacak. Bu suçluluk duygusu, bireyin kendisine ciddi fatura çıkarımlarına ve bu çıkarımlar sonucun da kendisini kınaması, aşağılaması, ben yetersiz ve işe yaramazın tekiyim gibi ciddi psikolojik sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Oysa bir an evvel her iki tarafın yapması gereken iş, kendisinin değil eşinin fiziğine dair bir bilgi yolculuğuna çıkmasıdır. Eşinin fiziksel zaaflarını, artılarını, onu kışkırtan noktalarını ve bunlara götürücü eylemleri bilmek ve öğrenmek girişimin de bulunmasıdır. Unutulmaması gereken en önemli olay şudur; Elde ettiğiniz bu bilgileri cinsel yaşamınız da pratize edebildiğiniz oran da sadece eşiniz değil kendinizi de son derece mutlu edeceğinizdir. Çünkü mutlu ve tatmin ettiğiniz eş, bunun farkındalığından hareketle aynı mutluluk ve tatmini sizin de yaşamanız için özveride bulunacaktır. Dolayısıyla tıpkı ilişkinin her boyutun da ortaya konulan özverinin geri dönüşümü nasıl oluyor ise, seksüel ilişkinin geri dönüşümü de size yansıyacaktır. İlişkiye böyle bakabildiğimiz zaman başarı kendiliğinden gelecek ve suçluluk hissi, yerini daha aydın, kalıcı ve anlamlı ilişkilere bırakacaktır. Cinsel Suçluluk hissi yerini özgüvenden kaynaklı daha üretken, faal ve tatmin üzere oturmuş seksüel bir yaşama bırakacaktır.


TAKSİTLİ CEP TELEFONU YA DA BEYAZ EŞYA ALIRKEN DİKKAT EDİLECEK ALTIN KURALLAR...

TAKSİTLİ CEP TELEFONU ALIRKEN DİKKAT EDİLECEK ÖNEMLİ TİYOLAR
Telefon, artık günlük ihtiyaçlarımızın birçoğunun karşılanmasın da çok önemli bir yer edinmiş cihazdır. Ve telefon, sadece bir telefon olmaktan da çıkmış durumdadır. Telefon, çok amaçlı kullanılabilir yapısının dışın da, kendisine entegre edilmiş bir çok fonksiyon dolayısıyla, günlük yaşantımızın her anın da baş vurduğumuz bir araçtır artık. Telefonla konuşma gereksinimlerimizin yanı sıra kimilerince mp4 kimilerince sohbet edilen bir araç. kimilerince kamera ve video kaydeden cihaz ve kimilerince bütün mail alış veriş trafiğini kontrol eden bir notebook konumun da artık. Az evvel de söylediğimiz gibi telefon sadece bir telefon olmaktan çıkalı haylice zaman oldu. Durum ve hal bu yöne evrilince telefon tercihleri, alım ve satımı daha bir anlam ve önem kazandı haliyle. Son derece şık tasarımlar, marka ve modeller ile hayatımızın ayrılmaz birer parçası haline dönüştü telefonlar. İşte bu önemli özellikleri dolayısıyla '' akıllı '' kavramını ve iltifatını da hak etmiş durum da günümüz telefonları. Gelelim telefon alma yöntemlerine. Evvela bir karar vermeliyiz, marka bir telefon mu alacağız yoksa alacağımız telefonun ar-ge çalışması sonucun da bizlere ne vaat ettiğine bakarak mı satın alma işlemini gerçekleştireceğiz. Bu iki şık mutlaka ama mutlaka iyice anlaşılmalı ve ikisi arasında ki çok önemli fark kavranmalıdır. Zira bu iki farkı kavramamış olmamız durumun da telefon alış verişin de ciddi yanılgılara düşmekle beraber çok ciddi maddi kayıplara uğramamız da kaçınılmazdır. Dolayısıyla telefon almanın nirengi noktasını bu iki soruya vereceğimiz cevapta gizli olduğunu aklımızdan asla çıkarmamalıyız. Bu soruya cevap verdikten ve karar aldıktan sonra yapmamız ve bilmemiz gereken en önemli olgu ise, marka aynı olsa bile fiyat farkı mutlaka olacağını asla unutmamamızdır. Zira aynı marka ve aynı model bir telefonun satıldığı marketin satış pozisyon ve opsiyonuna bağlı olarak artış ve eksilme gösterebileceği unutulmaması gereken önemli bir ayrıntıdır. Aylık ve yıllık satış cirosu yüksek bir market veya mağaza, kendisine oranla düşük bir mağazaya göre bir tık daha cazip fiyat ve ödeme kolaylıkları sunabilirler. Bu durum yerel ve ulusal baz ele alınır ise çok daha farklı avantajların karşınıza çıkabileceğini ise asla unutmamalıyız. Elektronik üzerine satış yapan bir market veya mağazanın yerel ve ulusal pozisyonu, sizlere sunulacak imkan ve olanakların en belirgin tiyolarını taşımaktadırlar. Şayet ulusal pozisyon ve şöhrete sahip bir market ise, burada sunulacak fiyat aralığı ile taksitlendirme seçenekleri, kendisine oranla daha düşük marketlere göre özel avantajlara sahip olabilirler. Bu avantajlardan yeterince istifade edebilmek biraz da sizlerin becerisine kalmış demektir. Zira alacağınız ürün ve aldığınız market ne olursa olsun, esneme imkânlarını sonuna kadar zorlamayı deneyin. Satış şefinden tutun da firma müdürü' ne kadar irtibata geçmenin yollarını zorlayın. Bu zorlama sayesin de bir takım avantajların ekstradan sizlere sunulduğuna tanık olacaksınız. Örneğin bu zorlama öncesi bir ürün 12 taksit ile satılıyor ise, sonradan sizlere 14, 16 ve hatta daha fazla kolaylıkların sağlanabileceğini bizzat göreceksiniz. Bu rekabet, aynı zaman da eşit güç ve potansiyele sahip firmaların arasında da olacağını hesaba katarsanız, o zaman avantajların çok daha fazla çeşitlenebileceğini tahmin etmekte asla zorlanmayacaksınız. Hele hele telefon alma girişimine birden fazla kişi ile gitmeniz de yani toplu alışlarda daha bir ağır müşteri pozisyonuna alınacağınızı da aklınızdan çıkarmayın. Dolayısıyla taksitli telefon satın alma da bu yol ve yöntemleri izlemenizin önemli getirileri tabi ki sizleri memnun ve mutlu edecektir.